7. ENDÜSTRİYEL HAMMADDELER SEMPOZYUMU AÇILIŞ KONUŞMASI
Madenler; yenilenemeyen ve üretildiklerinde tükenen kıt kaynaklardır. Yapıldığı bölgelere sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan önemli katkılar sağlar. Madencilik; emek yoğun bir istihdam gerektirdiğinden işsizliği azaltır. Kırsal kesimden göçleri önleyici ve gelir dağılımını düzenleyici bir etkisi bulunmaktadır. Ülkelerin kalkınmalarında lokomotif görevi görürler. Bu nedenlerle, madencilik ile ilgili politikaların gelecek nesillerin haklarının da kollanarak tayin edilmesi gerekmektedir.
Türkiye, dünyada madencilikte, 132 ülke arasında toplam üretim değeri itibarıyla 28. üretilen madenlerin sayısı itibarıyla 10. sırada yer almıştır. Dünya metal maden rezervlerinin % 0.4‘ ü, endüstriyel hammadde rezervlerinin % 2.5‘i, jeotermal potansiyelinin ise % 0.8‘i ülkemizde olup, ülkemizin dünya maden rezervleri içindeki payı yaklaşık % 0.5‘dir.
Dünyada 152 ülkenin her birine düşen ortalama maden sayısı 9 dur. 51 maden türü dikkate alınarak yapılan sıralamaya göre, ABD‘de 43 adet maden türü üretilmektedir ve dünyada ilk sıradadır. Ülkemize kıyasla yüzölçümleri daha büyük olan ülkelerde, örneğin Avustralya‘da 35, Brezilya‘da 35, Çin‘de 31 adet maden üretilirken; söz konusu büyüklük ülkemiz için 29 maden türü olup, yerimiz ise 10.sıradadır. Kısaca ülkemizin "maden türü" zenginliği yönünden iyi durumda olduğunu ifade edebiliriz. Rezervler değerlendirildiğinde ise; başta bor olmak üzere, trona, mermer, endüstriyel hammaddeler, krom, linyit ve değerli metal madenleri açısından şanslı olduğumuz söylenebilir. Arama çalışmalarıyla bu rakamların yükselebileceği de bir gerçektir.
Dünya ekonomisinde yaşanan küreselleşme süreci ile, çok uluslu şirketlerin kar paylarını artırmak amacıyla, sermayenin ve mal dolaşımının önündeki tüm engeller kaldırılmıştır. Bu gelişmeler, sahip oldukları bilgi birikimi, sermaye kaynakları, ekonomik ve politik güçleri sayesinde dizginleri ellerinde tutan gelişmiş ülkelerin lehine olmaktadır. Ülkemizde 80‘ li yıllardan bu yana izlenen neo-liberal politikalar ile sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, çevre, maden ve tarım alanları çok büyük yıkım görmüş, özelleştirme uygulamaları ile bu ulusun dişinden tırnağından artırarak oluşturduğu kamu işletmeleri yok pahasına devredilmiştir. Bunların birçoğu da amacı ve kaynağı belli olmayan yabancılara, küresel sermaye gruplarına hizmet eden yerli işbirlikçilerine satılmak suretiyle elden çıkarılmıştır.
Ülkemizin sanayileşmesi ve refah toplumu olabilmesi için madencilik sektörünün tüm alt sektörlerinde üretim arttırılmalıdır. Ancak, söz konusu üretimin hedefi dış satım değil, ülke sanayi sektörleri olmalıdır. Madencilik sektörünün ülke kalkınmasındaki önemi, fazla miktarlarda üretilip yurt dışına satılarak döviz elde edilmesinde değil, yerli sanayiye düşük maliyette ve kaliteli girdi sağlamasındadır. Bu çerçevede, madencilik sektörünün planlanmasında ülke sanayi sektörleri ile entegrasyon ön planda tutulmalıdır.
Endüstriyel hammadde ocaklarının pek çoğu madencilik bilim ve disiplininden uzak bir şekilde çalışmaktadır. Rezervlerin yaygın oluşu nedeniyle mostra madenciliği yapılarak kaynaklar plansız bir şekilde tüketilmektedir. Bu durumun önlenmesi için işletme ruhsatı verilmeden önce, jeolojik etüt, sondajlar, asgari 5 yıllık işletme planları yeterlilik açısından ciddi olarak denetlenmelidir. Kaynak kaybının ve iş kazalarının engellenebilmesi için mühendislik bilim ve teknolojisinin uygulanması bir zorunluluktur.
Bu amaçlar doğrultusunda, Odamızın yedincisini düzenlediği Endüstriyel Hammaddeler Sempozyumunun ülkemizin ve sektörün sorunlarının çözümüne katkı koyacağına inanmaktayız. Bu düşüncelerle Sempozyumu destekleyen kamu ve özel tüm madencilik kuruluşlarımıza, bildiri sunarak katkı koyanlara, bizzat katılarak bizleri onurlandıranlara ve bu Sempozyumun gerçekleşmesi için emeği geçen herkese teşekkür ederiz.
Mehmet TORUN