BASINA VE KAMUOYUNA
BASINA VE KAMUOYUNA
Geçmiş 5 yıllık hükümet döneminde; AKP iktidarının küresel tekelci sermaye güçlerinin veya onların çıkarına uygun görev yapan uluslararası finans kuruluşlarının direktifi ve denetimi altında uyguladığı yapısal uyum politikaları ve ekonomik programlar ile ülkemiz kaynaklarını talan ettiği görülmektedir. İçinde yaşadığımız dönemde, emperyalizmin ve onun işbirlikçilerinin uygulamalarıyla, Ülkemizi yeniden yapılandırmak amacıyla siyasi iktidarlarca hazırlattırılan ve reform olarak sunulan Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği isteklerini yansıtan, emekten ve emeğiyle geçinenlerin yararına değil, aksine emek sömürüsüne dayanan yasal ve kurumsal düzenlemelerin yapıldığı tarihsel bir süreç yaşanmaktadır.
Genel anlamda "küreselleşme" olarak tanımlanan bu süreç; yaşadığımız döneme damgasını vuran kapitalizmin çok uluslu şirketler aracılığıyla dünya boyutunda kurduğu ekonomik egemenliğin son aşamasıdır. Küreselleşme aynı zamanda, tekellerin aşırı kâra dayanan birikimi için savaş, terör ve gerginlik demektir. Çevre sorunları demektir, dünya yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yağmalanması demektir. Uluslararası sermaye, sendikasızlaştırmayla, uluslararası tahkim yoluyla, uluslararası finans kuruluşlarının baskısıyla özelleştirme ve rant ekonomisini egemen kılma uygulamalarıyla gelişmekte olan ülkelerin geleceklerini karartmaktadır.
Ülkemizde uygulanan ekonomik programın temel felsefesini, dünyada yaşanan gelişmelerden bağımsız olarak değerlendirmek olanaklı değildir. Türkiye, 1980‘li yıllardan itibaren uluslararası sermayenin istemlerine uygun olarak enerjiden haberleşmeye, eğitimden sağlığa, tarımdan sosyal güvenliğe kadar hemen tüm alanlarda yapısal bir değişim programına tabi tutulmaktadır. AKP iktidarı döneminde şahikasını yaşayan ve yaşayacak olan bu süreçte ülkemizde de giderek artan bir ivmeyle sanayi yatırımları azalmış, çiftçi tarladan uzaklaşmış, işsizlik oranı çığ gibi büyümüş, çıkan krizlerin dayanılmaz boyutları yoksullaşma sürecini kronik hale getirmiştir. Bu durumdan tüm emekçiler büyük çapta olumsuz olarak etkilenmişler, insan gibi yaşamak için gelirlerinin üzerinde harcama yapmaya zorlanan bu insanlar tüketici kredileriyle, kredi kartlarıyla yaşamaya mahkum edilmişlerdir. Geçmiş iktidarların ve özellikle AKP iktidarının teslimiyetçi tutumları nedeniyle ülkemiz, emperyalizmin emek sömürüsüne dayalı küresel ölçekte yürüttüğü yeniden yapılanma süreçlerine en hevesli uyum gösteren ülkelerden biri konumuna sürüklenmiştir/sürüklenmektedir.
Özelleştirmeler yıllarca kamu işletmelerinin siyasi arpalık olduğu, zarar ettiği söylemi ile meşrulaştırılarak gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyet tarihindeki en büyük özelleştirmeleri yapan AKP ise özelleştirme sürecini daha önceki gibi kar-zarar üzerinden meşrulaştırma yoluna gitmeden, doğrudan neo-liberal politikaları dile getirerek, "devlet işletmeci olmaz, devletin elindeki işletmeleri kar da etse zarar de etse, parayı verene satacağız" mantığı ile hareket ederek satmaktadır. 84 yıllık Cumhuriyet tarihinde oluşturduğumuz ve halkımızın malı olan pek çok kuruluş bu mantıkla elden çıkarılmış, peşkeş çekilmiştir. Bu uygulalamaların arkasında sermayenin çıkarlarının ve uluslararası finans kuruluşlarının direktiflerinin bulunduğu apaçık ortadadır. Yapılan özelleştirmeler; bir yandan kamu mülkiyetinin sermayeye devri ile gerçekleşirken diğer yandan da kamu hizmetlerinin ticarileşmesi ve paralı hale getirilmesini içermektedir. Bizler, kamusal alanın sermayeye devrini içeren bu uygulamalara karşı kamusal yararı ön plana alan kamu mülkiyetini ve kamusal hizmeti savunuyoruz. Bizler, özelleştirmeler konusunda asıl sorgulanması gerekenin kamu kurumları değil sermayenin kendisi olduğunu söylüyoruz.
Bulunduğumuz noktada çeyrek yüzyıllık özelleştirme süreci, ülkemizin ekonomik ve sosyal yapısında çok köklü bir değişimin yaşanmasına yol açmıştır. Bu süreçte Türkiye‘de kamusal anlayış çok güç kaybetmiştir, pek çok sektörde ülkemizin dışa bağımlılığı artmış, bazı sektörler doğrudan yabancı sermayenin kontrolüne girmiş ve yüz binlerce emekçi ya doğrudan ya da dolaylı işsiz kalmıştır. Özelleştirme gerçeğinde, gerçek tablo budur.
Biliyorsunuz, Zonguldak; ülkemizin taşkömürü rezervinin bulunduğu tek havzadır. Bu özelliği nedeniyle uzun yıllar ülkemizin kalkınmasına katkıda bulunmuş, lokomotif görevi üstlenmiş bir emek ve emekçi kentidir. Zonguldak, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren artan kömür üretimi ile birlikte büyümüş 1980‘li yıllara kadar ülkemizin 1 numaralı ağır sanayi bölgesi olma özelliğini sürdürmüştür. 1980 yılından sonra uygulanan neo-liberal politikalar Türkiye Taşkömürü Kurumu‘nu da yok olma noktasına getirmiştir. Kurum 2004 yılında Maden Kanunu kapsamına alınarak işlettirme yetkisi verilmiş ve bir anlamda işletme yetkisini kaybederek, kurumun tam olarak özelleştirilmesinin önündeki yasal engel de kaldırılmıştır. Böylece yıllarca küçülme programı uygulanan kuruma son darbe indirilmiştir. "Türkiye Taşkömürü Kurumu‘nun 2006 Yılı Çalışmalarına ait Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Raporundaki Öneriler" bunun en somut göstergesidir. Bu rapordaki 1 nolu ana öneri; "...hukuku TTK‘ da kalmak üzere, "üretim alanlarının ve üretim birimlerinin bir an önce özel sektöre devredilmesi suretiyle Kurumun taş kömürü üretiminden çekilmesi ve sektörle ilgili genel politikaları ve koordinasyonu yürütecek şekilde yeniden teşkilatlanması" hususunun tetkik edilmesi" şeklinde olup siyasi iktidar kurumun tasfiyesini istemektedir. Öneriler son derece açıktır ve Kurum üretimden çekilerek bir anlamda yok edilecektir.
AKP politikasının yansıması olan bu rapordaki öneriler hayata geçirildiğinde; 150 yıldan fazla geçmişi olan bir üretim kültürüne sahip kurum yok olacak ve ucuz işçilik ve emek sömürüsü, yok olan bir Zonguldak‘la birlikte geriye daha da yoksullaşan kent halkı kalacaktır.
Her şeye rağmen yeraltı madenciliğinin uzman kuruluşu olan TTK bir KİT olarak kalmalıdır. TTK yeraltı madenciliğinde öncülük görevine devam etmelidir. Verimlilik politikalarıyla yeniden yapılandırılmalı, üretime ve istihdama yönelik yatırımlar arttırılmalıdır.
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi uygulanan neoliberal politikaların; ulusal varlığımıza zarar veren siyasi ve ekonomik uygulamalar olduğu, bütün kuruluşlarımızın "babalar gibi" satıldığı, ücret ve sosyal güvenlik haklarının budandığı, eğitim ve sağlık hizmetlerinin paralı hale getirildiği, etnik ayrımcılığın körüklendiği, toplumsal bir çöküntü yaşatılarak toplumsal refleksin yok edildiği, emek sömürüsünün arttığı, devletin planlama, yönlendirme ve denetleme işlevlerinden ve sosyal devletten uzaklaştırılmasını hedefleyen yasalar çıkarıldığı ve bu yasaların mühendislik, mimarlık uygulamalarını da birçok alanda doğrudan ve olumsuz etkileyecek hükümler içeren uygulamalar olduğu görülmektedir.
Siyasi ve ekonomik bağımsızlığımızı tehlikeye sokan politikaları ve anlaşmaları yapanlar, bu politikaları uygulayanlar ve buna alet olan kamu yöneticileri bir gün bu ülkede yaşayan insanlara tarih önünde hesap vereceklerdir.
Tüm bu olumsuzlukların ve kötü gidişin durdurulması amacıyla bugün; ülkemiz aydınlarının temel ve acil görevi, tüm ulus güçlerinin ve emekçi halkın birliğini sağlamaktır. Bu görev günümüz koşullarında aydın olmanın temel belirleyicisidir. Tam bağımsızlık mücadelesinde emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı tavır almak aydın olmanın sorumluluğudur. Eğer bu yapılamazsa ülkemizin toprakları, yeraltı ve yerüstü doğal kaynaklarımız talan edilecek ve ulus devlet yapısı ortadan kalkacaktır. 20. yüzyılın başlarında bölgemizde oynanan "oyun" da "oyuncular" da aynıdır. Değişen yalnızca zaman ve teknolojidir. Bu oyun bozulmak zorundadır, bozmak zorundayız...
Görülüyor ki, yapılanların hiçbiri Ülkemizin yararına değildir. Yaklaşık 100 yıl boyunca yarattığımız değerlerin neredeyse tamamını küresel sermayeye teslim ettik. Üstelik bu işi kendi insanımızla, kendi iktidarlarımızla yaptık. Gerici, ılımlı İslam, yeşil kuşak ideolojilerini uygulamak pahasına küresel güçlerle işbirliği içinde olanlar yine kendi insanlarımız. Karşılığında kazandıkları ise; tartışmaya açılmış ve tüm değerleri alt üst edilmiş Atatürk‘ün Cumhuriyet Türkiyesi, gerici kadrolaşma ve gittikçe yoksullaşan halkımızdır....
Bildiğiniz gibi 25 binin üzerinde Türk Telekom çalışanını ilgilendiren toplu iş sözleşmeleri 29 Mayıs 2007 tarihinden itibaren sürmekteydi. Uyuşmazlık nedeniyle grev noktasına gelinmiş ve 16 Ekim 2007‘de grev kararı alınmıştır. Türk Telekom‘da işverenin tamamen haksız ve yanlış yaklaşımlarıyla tıkanmış olan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde gelinen durum, özelleştirme mantığının asıl gerçeğinin acımasızlığını ortaya koymaktadır. Telokom İşvereni OGER, sendikalı olmayan çalışanlara yönetimin kendiliğinden verdiği ücreti sendikalı çalışanlara vermemiş ve onur kırıcı bir yaklaşım sergilemiştir. Türk Telekom çalışanlarının haklı taleplerini görmezlikten gelen yönetim anlayışının sendikal örgütlülüğü zayıflatma dışında bir amacının olmadığı açıktır. Bizler Türk Telekom çalışanlarının yanında olduğumuzu açıklıyor ve haklı grevi destekliyoruz.
Son zamanlarda ülkemizin birçok yerinde terör ve şiddet olayları hızla yükselmekte, asker ve sivil pek çok vatandaşımız bu olaylar sonucu yaşamını yitirmektedir. Yaşamını yitiren askerlerimizin ve vatandaşlarımızın ailelerine ve halkımıza başsağlığı ve sabır diliyoruz. ABD‘nin, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yeniden yapılandırmaya çalıştığı bölgemizde kan ve gözyaşının dinmediği ve toplumsal gerginliğin çok tehlikeli boyutlara ulaştığı görülmektedir.
Emperyalizmin "böl, parçala, yönet" politikaları bugün de ülkemizde ve komşularımızda uygulanmaktadır. Bu oyun mutlaka bozulmalıdır. Yaşamını yitirenlerin tamamı bu ülkenin vatandaşıdır. Şiddet ve terörle bir yere varmak mümkün değildir ve şiddet, şiddeti doğurmaktadır. Her türlü şiddeti, nereden ve kimden gelirse gelsin nefretle kınıyoruz. Siyasi iktidar; sorunların çözümü konusunda sorumluluk almamakta, toplumun tüm kesimlerini kucaklamak yerine, ayrışmayı öne çıkaran yanlış politikalar uygulamaya devam etmektedir. Terör ve şiddet olaylarının sonlandırılması için her türlü demokratik çabayı göstermek bir insanlık görevidir.
Kısaca söylemek gerekirse yukarıda ifade edilen bütün olumsuzlukların nedeni küresel sermayenin çıkarlarını ulusal çıkarlarımıza tercih eden politikaların harfiyen uygulanmasıdır. Çözüm; emekten yana, üretimi, yatırımı, kalkınmayı, bilimi, teknolojiyi, demokrasiyi, eşitliği, insan haklarını eksenine koyan, ekonomik ve siyasi bağımsızlığımızı ve sosyal devlet anlayışını hedef alan programın acilen hayata geçirilmesidir.
Kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz...
TMMOB Maden Mühendisleri Odası
Zonguldak Şubesi Yönetim Kurulu