Enerji
Basına ve Kamuoyuna;
Enerjinin ekonomik gelişmenin temeli olduğu, bu nedenle ulusların kalkınmalarında ve refaha ulaşmalarında büyük önem taşıdığı, herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Ekonomik ve sosyal kalkınmanın en önemli temel girdisi olan enerjinin, dünyanın ve insanlığın geleceğindeki belirleyici konumu, geçtiğimiz her geçen gün daha da artmaktadır.
Bugün, sadece elektrik enerjisi sektörünün dünya üzerindeki toplam satış hasılatı, 1 trilyon ABD Doları‘na yaklaşmıştır. Gelecek yirmi yılda toplam dünya enerji tüketiminin %59 artacağı, bu artışın sanayileşmiş ülkelerde %25 civarında olurken, - özellikle Asya, Orta ve Güney Amerika olmak üzere - gelişmekte olan ülkelerde iki kat olarak gerçekleşeceği öngörülmektedir. Bu artış eğiliminin, özellikle iletişim ve enformasyon teknolojilerindeki hızlı gelişim ile daha da hız kazanacağı açıktır.
Yukarıda vurgulanan önem derecesi göz önüne alındığında, bugün, elektrik enerjisinin ucuz, kaliteli, zamanında ve güvenilir şekilde temini ülke yönetimlerinin öncelikli konuları arasındadır. Bu anlamda enerjinin planlama ve yönetim boyutları önem kazanmaktadır. Özellikle, dünyada sık sık gündeme gelen enerji veya enerji hammaddeleri krizleri, ülkeleri, enerji politikalarını olası krizleri gözeterek planlamaya, kaynak kullanımında dikkatli olmaya ve ekonominin enerjiye olan bağımlılığını azaltacak önlemleri almaya yöneltmiştir. Bu çerçevede ulusal kaynakların etkin ve rasyonel kullanımları ülkelerin enerji yönetimleri için hayati önem taşır.
Dolayısıyla, enerji planlamaları, bir ülkenin geleceğini, -refahını fakat krizlerini de- belirlemektedir. Bu anlamda, ülke enerji yönetimlerinin ileriye dönük planlama hatası yapma keyfiyetleri bulunmamaktadır. Hata yapıldığında bunun bedelinin çok ağır ödendiği hepimizce görülmüştür, görülmektedir.
Ancak, mevcut enerji yönetiminin planlamalarında bilimsellik ya da rasyonelliğin olduğunu söylemek mümkün değildir. Ülkemizin içine girdiği ekonomik krizlerde enerji yönetiminin payı, ciddi olarak sorgulanılmalıdır.
2002 yıl başı itibariyle 28,000 MW olan toplam elektrik enerjisi kurulu gücünün, içinde bulunduğumuz yıl, tamamı doğal gaz santralı olmak üzere 5,000 MW ilavesiyle 33,000 MW‘a çıkarılması, ancak, kurulan bu güce bugün ihtiyaç olmaması, üstüne üstlük yurtdışından doğal gaz alımı ile ilgili "al ya da öde" şeklinde adlandırılan ilginç anlaşmaların da yapılarak ülkeye hesapsız, plansız doğal gaz girişinin önünün açılmış olması, bu yıl için yerli linyitlerimizin kullanıldığı termik santrallerdeki elektrik üretiminden vazgeçilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu yıl için planlanan elektrik enerjisi üretimi, geçtiğimiz yıllarda enerji sektöründe ciddi planlama hatalarının yapıldığını doğrulamaktadır.
Söz konusu planlamalara göre, doğal gazın elektrik enerjisi üretimindeki payı, enerji arz güvenliğinden tamamen vazgeçilmesi anlamına gelecek şekilde, % 60‘lara kadar yükseltilmekte, mevcut ulusal kaynaklarımız enerji üretiminde ikinci plana atılmaktadır. Yerli kömürlerimizin kullanıldığı santrallerdeki ciddi üretim düşüşleri, eğer doğal gazdaki "al ya da öde" uygulamasının bir sonucu ise, bu durum daha da düşündürücüdür.
1985 yılında elektrik üretimindeki payı %1 bile olmayan doğal gazın, 2002 yılında elektrik üretimindeki payının %60‘lara varması, ancak yerli linyitlerimizin payının ise son derece düşmesi, şüphesiz, enerjide dışa bağımlılığı daha da arttıracak, dünyada ortaya çıkabilecek muhtemel bir enerji krizi durumunda Türkiye‘nin çok büyük yaralar almasına neden olunacaktır.
Ülkemizin ihtiyacı olan enerjinin, yerli kaynaklarımızdan karşılanması öncelikli hedefimiz olmalıdır. Sanayinin ihtiyacı olan ucuz enerji üretiminin sağlanması, bu enerjinin sürekli ve güvenilir olması açısından yerli kaynaklarımızın kullanılması kaçınılmaz bir olgudur.
Yerli kaynaklardan karşılanamayan ihtiyaçların da çeşitlendirilerek riskin azaltılması önem taşımaktadır. Ancak söz konusu planlamalarla özellikle linyite dayalı termik santrallerde üretimin %50‘ye varan oranlarda düşürülmesi, enerji yönetiminin ciddi hatalar yaptığının en belirgin göstergesidir.
"Al ya da öde" şeklinde yapılan ve ihtiyacımızın çok üzerinde miktarlarla bağıtlanan doğal gaz anlaşmaları ile basında da yansıdığı şekliyle almadığımız halde ödemek zorunda olduğumuz tazminat rakamlarının yıl sonuna kadar 500 milyon dolar tutarında olacağı belirtilmektedir.
Enerjinin maliyeti, kullanımındaki en önemli etkenlerden biridir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı rakamlarına göre yerli linyitten elde edilen elektrik enerjisinin 2000 yılı sonu itibariyle üretim maliyeti; 3,4 ¢ / kWh iken, doğal gaz ile elde edilen elektrik enerjisinin üretim maliyeti 4,3 ¢ / kWh olarak belirtilmektedir. Yine, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı‘nın kendi ifadesine göre; 2001 yılı sonu itibariyle doğal gazdan elektrik enerjisi üretim maliyeti 5,1 ¢ / kWh olmuştur.
Dünya toplam elektrik üretiminin %38,1‘i kömürden karşılanmaktadır. Bu oran Polonya‘da %96, Avustralya‘da %84, Çin‘de %80 ABD‘de %56, Yunanistan‘da, %69 Danimarka‘da %52, Almanya‘da 51 ve Hollanda‘da %42‘dir. Doğal gaz üreticisi ülkelerde bile, doğal gazın elektrik enerji üretiminde kullanım oranı %15 lerde iken, gazın tamamını ithal eden ülkemizde bu oranın %60‘larda olması düşündürücüdür.
8,5 milyar ton linyit rezervine sahip olan ülkemizde, linyite yönelik termik santrallerin sayısının artırılması gerekirken, mevcutlarda ciddi kapasite düşürme çalışmalarının yapılması santrallerle birlikte, bunların kömür ihtiyacını karşılayan kurumları da zor durumlara düşürecektir.
Son 10 yıldır kar eden Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) kurumu, söz konusu uygulama sonucu 2002 yılında yaklaşık 10 milyon ton eksik üretim yapmak zorunda kalacak, bunun sonucunda yaklaşık 100 trilyon TL zarar ettirilecektir. Gelecek yıl bilançolarında zarar olarak gözükecek 100 trilyon, daha sonra kamunun verimsizliğinin göstergesi olarak sunulacak ve özelleştirme gerekçesi olarak ileri sürülecektir. Bu arada, zararın asıl nedeni olan planlama hataları ve hesapsız doğal gaz anlaşmaları göz ardı edilecektir.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, 27 Nisan 2002 tarihli Resmi Gazete‘de yayınlanan bir yönetmelik değişikliği de oldukça merak uyandırıcıdır. Bu değişiklik ile, ithal edilen petrokok ve kömüre daha önce uygulanan %10‘luk kesinti, %1‘e indirilerek yerli kaynaklarımız tamamen devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. ABD bile, çelik ithalatına %30 oranında vergi koyarak korumacılık yaparken, ülkemizdeki bu uygulamanın hangi gerekçeyle yapıldığı anlaşılamamaktadır.
Elektrik enerjisi arz-talep dengesinin sorunsuz sürdürülebilmesi için ulusal kaynaklarımıza öncelik veren, rasyonel bir ulusal enerji politikası oluşturulmalı, bu politika, iktidar değişiklikleri ve siyasetçi tercihlerine göre değiştirilmemelidir. Yerli kaynaklarımıza öncelik veren ve azami istihdam ve katma değeri yaratacak enerji politikalarının oluşturulması gereğini kamuoyunun bilgisine sunarız.
TMMOB
MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU