KADIN ÇALIŞMA GRUBUMUZUN 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜNDE YAPTIĞI BASIN AÇIKLAMASI
KADIN MÜCADELESİNİN ADIDIR 8 MART
Yıllar önce tekstil işçisi kadınların canları pahasına yaktığı meşale, bugün mücadelemize ışık tutmaya devam ediyor. Direnişin ve hak mücadelesinin tarihi olan 8 Mart, bu yıl da yaşam hakkına, emeğine, özgürlüğüne sahip çıkan kadınların şiddete, hak ihlallerine, savaşa ve krize karşı mücadelesiyle karşılanıyor.
Kadınlar olarak; her gün, kadını tutsaklaştıran, her türden şiddeti, zorbalığı, tacizi ve tecavüzü sistematik hale getiren ve normalleştiren zihniyete maruz kalıyoruz. Kadın katillerinin, şiddet sanıklarının, tacizcilerin ve çocuk istismarcılarının egemenlerce bizzat korunduğu ve kollandığı pratiklere her geçen gün yenileri ekleniyor.
Kadın emeği her geçen gün daha da değersizleştiriliyor. LGBTİ+ bireyler ise çalışabilmek için kimliklerini gizlemek ve belirli alanlara sıkışmak zorunda bırakılıyor. Her 4 kadından 3’ü güvencesiz ve ücretsiz-yani görünmeyen emek-olarak ailede; çocuk, yaşlı bakımında, tarlada, her türlü ev işinde gece gündüz çalışıyor. Cinsiyetçi roller nedeniyle ev ve aile işlerine erkeklere oranla kat be kat fazla zaman harcadıkları için 20 milyon kadın çalışma yaşamına katılamıyor. Katıldığında ise; kendine güvencesiz, ucuz emek olarak yer buluyor ve erkeklere oranla daha düşük ücretlere katlanmak zorunda bırakılıyor. Savaşlardan olduğu gibi, ekonomik kriz ve işsizlikten de yine en çok kadınlar etkileniyor. Kasım 2019 verilerine göre işsizlik oranı % 13,2 iken; kadınlarda bu oran % 15,1 , erkeklerde ise % 11,9’dur. İstihdam oranları ise kadınlarda % 31,7 iken, erkeklerde % 68,6’dır. Ülkemiz kadınların işgücüne katılım oranı ve kadın-erkek gelir eşitsizliğinde, aynı gelir kategorisindeki 26 ülke arasında son sırada yer alıyor. Ücretli gebelik izinleri Estonya’da 62 hafta, Norveç’te 35 hafta iken, “en az üç çocuk” çağrılarının ve hatta devlet hastanelerinde fiilen bitirilmiş olan kürtaj uygulaması sonucu zorlamaların yapıldığı ülkemiz, 16 hafta ile gebelik izinlerinin en düşük olduğu ülkeler arasında bulunuyor. Bu veriler gösteriyor ki; ülkemizde kadının her anlamda değersizleştirilmesi sıradanlaştırılmıştır.
Elbette cinsiyet ayrımcılığı ve ücret politikalarından kadın mühendisler de nasiplerini alıyorlar. Şantiyelerde ve çalışma yaşamında mühendisliğin erkek mesleği olduğu düşüncesinin yaygın olması sebebiyle kadınlar üretim alanlarından uzak tutuluyor, daha çok sekretarya, dosya takibi ya da ofis işlerine yönlendiriliyor, daha düşük ücretler teklif ediliyor, işe girmede beceri ve bilgilerinden önce cinsiyetleriyle hep erkeklerin ardından düşünülüyor. Sanıyoruz; “Şantiye şartları ağırdır, yapabilecek misin?” sorusuyla karşılaşmamış kadın meslektaşımız yok gibidir. Bu durum ilerleyen yaşlarda ise daha farklı boyutlarla karşımıza çıkıyor. Emekli olmuş veya yaşı ilerlemiş çoğu erkek mühendis danışmanlık almak için, çok değerli bir birikim olarak görülürken, kadınlar emekliliğini evinde geçirmeli, torunlarıyla ilgilenmeli bakış açısı hakim. Cinsiyet ayrımcı zihniyet, özellikle teknik alanlarda kadınları yok saymakta ve bu erkek egemen alanların ihlal edildiğini düşünmekte olduğunu, her ortamda göstermektedir. İş yerinde veya meslek örgütünde, meslektaş, yönetici, işveren, iş arkadaşı vb. olması bu durumu ne yazık ki değiştirmiyor.
Kadın olarak devlet tarafından yeterince korunamadığımız için; evine giderken öldürülen üniversite öğrencisi Ceren Özdemir, vahşice tecavüze uğrayıp katledilen üniversite öğrencisi Özgecan Aslan, intihar süsü verilerek katledilen üniversite öğrencisi Şule Çet, boğazı kesilerek öldürülen trans kadın Esra Ateş, toplumsal baskıyla intihara itilen trans kadın Eylül Cansın, yakılarak öldürülen trans kadın Hande Kader, Araştırma Görevlisi Ceren Damar Şenel’in çalıştığı üniversitede öğrencisi tarafından katledilmesinin ardından bir de sırf kadın olduğu için insafsızca yapılan suçlamalar ve daha nice kadın cinayeti, tacizler, tecavüzler.. Toplum içerisinde kadının daha özgür hareket etmesinin engellenmesi adına yapılan uygulamalar ve yasaların yeterince etkili olmayan ceza hükümleri nedeniyle kadın cinayetleri her gün artıyor.
Diğer yandan kendimize bin bir mücadele ile yer açtığımız siyasal ve sosyal yaşamdan da bir bir uzaklaştırılıyoruz. Halkın iradesiyle seçilen belediye Eş Başkanları cezaevlerine gönderilirken yerlerine hukuksuzca atanan kayyumların ilk icraatları kadın çalışmalarına müdahale ederek kadınları bir arada tutan ve hayata dahil olmalarını sağlayan tüm mekânları yok etmek olmuştur. Öte yandan, gizli tanıkların ifadeleriyle tutuklu bulunan daha adil yargılanma ve konser yasaklarının kaldırılması için bedenini açlığa yatıran kadın avukatlar ve sanatçılar hak mücadelesine devam etmekte. Ölüm orucunun 255. gününde olan Helin Bölek, sağlığında geri dönülemeyecek hasarlarla ve hayatına mal olacak bir süreç ile karşı karşıya.
Tüm bunlar yaşanmaya devam ederken bizler her yerdeydik; KHK’larla işlerinden atılan, cezaevlerinde hukuksuz şekilde tutulan, açlık grevlerini ölüm orucuna çeviren kadınların yanında, Demokrasiyi hiçe sayarak ben yaptım oldu diyen zihniyetlere karşı durmaya çalışan mimar, mühendis, şehir plancı kadınların yaşam hakkı, doğa, özgürlük ve demokrasi mücadelesi için Gezi Parkı’nda ve nihayetinde beraatlesonuçlanan Taksim Dayanışması’nın yargılandığı davada tüm yol arkadaşlarımızın ve Mücella Yapıcı’nın yanı başındaydık.
Günden güne görünürlüğü artan; koca, sevgili ve her türden erkek şiddetine karşı koymaya çalışırken, Las Tesis’e ses verip tecavüzcü sensin dediğimizde devlet ve polis baskısıyla karşılaşıp yine ceza kesilmeye çalışılan kadınlar olarak alanlardaydık ve alanlarda olmaya devam edeceğiz.
Clara’lardan, Rosa’lardan, Emma’lardan günümüze kadar bu yolda; özgürlük, eşitlik, emek mücadelesinde, kadın cinayetlerinde ve iş cinayetlerinde yaşamını yitiren tüm kadınların meşalesinin ışığında diyoruz ki;
Cinsiyetçiliğe, kadına ve LGBTİ+ bireylere karşı nefret suçlarına, her türden şiddete, sömürü düzenine, erk’e karşı; toplumsal yaşam ve üretime eşit biçimde katılım için mücadeleyi destekliyor ve yükseltiyoruz.
Yıllardır yanı başımızda egemenlerin çıkarları için devam eden bir savaş ve yitirilen onlarca can için, ısrarla barış talebini dile getirmeye devam eden sessiz bir çoğunluk var. Suriye topraklarında, ülke olarak neden bulunduğumuza dair mantıklı tek bir açıklama bile getirmeyen devlet yetkilileri, ölümleri kutsayarak bu savaşın devam edeceğini her fırsatta açıklamaktadırlar. Savaşın hiçbir zaman çözüm getirmeyeceğini bilen kadınlar olarak “Barış, hemen şimdi” sözünü her daim dile getirmeye devam edeceğiz.
Biz biliyoruz ki, kadınlar her dönem mücadelelerde umut sembolü olmuşlardır.
Biz biliyoruz ki, kadınlar birlikte oldukça savaşları durduracak, kazanan; barış ve yaşam hakkı olacak.
Ve yine Biz biliyoruz ki, birlikte iken güçlüyüz.
Tüm dünya kadınlarının mücadele ve isyanına ses veriyor; kimliğimize, bedenimize, onurumuza ve emeğimize sahip çıkıyoruz. Tüm kadınları birlikte mücadeleyi büyütmeye, omuz omuza durmaya davet ediyoruz.
Yaşasın 8 Mart,
Yaşasın Kadınların Örgütlü Mücadelesi, Yaşasın Kadın Dayanışması
6284 Uygulansın, İstanbul Sözleşmesi Yaşatır
Vardık!, Varız!, Var Olacağız!
TMMOB Maden Mühendisleri Odası Kadın Çalışma Grubu
8 MART 2020