Kadın Mühendis Olmak
Esra‘yı yaz başında Diyarbakır‘da tanıdım, oda çalışmalarına ilgili, mesleğini yapmak için araştıran, uğraşan ama işsiz genç bir kadın. Zaman içinde sohbetlerde ve Diyarbakır şube emekçimiz Suzan Hanım‘la beraber bana önderlik ettikleri kent gezisinde yakınlaşma olanağımız oldukça daha çok ilgimi çekti.
Mutlaka üretimde çalışmak istiyordu yanlış mıyım diyordu, hayır dedim doğrusun yılmadan devam et. Evet yılmadan bu inadı sürdürmek zorundayız biz vazgeçersek iş ilanlarındaki "erkek" olma şartı devam edecek. Neden diye sormazsak bizi görmezden gelmeye devam edecekler. Oysa konu her ne nedenle olsun cinsiyet ayırımcılığı temel insan haklarına aykırı. Esra ile yaptığım söyleşiyi ne zaman yayınlamalıyız derken üst üste gelen mailler ve çalan telefonlar işi hızlandırdı. Belli ki artık kadınlar kararlı bunun için de ister mühendis ister mühendislik öğrencisi her gün birilerinden ses geliyor. Telefonun ucundaki ses heyecanla" ama ben bu işi yapmak istiyorum" derken çok samimi. Bir diğeri ise acil görüşmemiz lazım "kadınsın iki gün sonra bırakır gidersin uzun süreli olmazsın dediler erkek adayı tercih ettiler" diye mesaj atıyor. Bunlar ne bir ne üç gittikçe daha fazla kadın mühendis artık yeter diyor bizim görevimiz ise genç meslektaşlarımıza destek olmak din, dil, ırk ve tabii ki cinsiyet ayırmadan yollarını aydınlatmaya çalışmak. İşte Esra onlardan bir örnek.
Adını yazalım mı dedim hiç dert etmedi sonra düşündüm niye edecekti bu nasıl bir soruydu her engele karşın eğitimini tamamlamayı başarmış biri kimden niye çekinecekti.
-Seni tanımak adına aile yapını bize özetleyebilir misin?
-Biz beş kardeşiz üçü erkek, ikisi kadın. Ablam ve ağabeyim evli. 29 yaşındayım. Babam emekli marangoz. Ailemde benim dışımda okuyan olmadı. Ağabeyim ve her iki erkek kardeşim babamın onlara bıraktığı atölyede marangozluk yapıyorlar. Ben üniversiteye başladıktan sonra ablam dışarıdan diplomalarını aldı. Tabii diplomalarını alırken eğitim destek evlerinde derslere girip oradaki hocalardan ve benim gibi gönüllü çalışan bir çok arkadaştan yardım aldı. Şimdi bahçe tarımı bölümünde birinci sınıf öğrencisi. Çocuklarıyla beraber okula gidip, ders çalışmanın mutluluğunu yaşıyor. Bu arada soyadımı söylememiş olabilirim. Soyadım da ÇİÇEK.
-Peki, niye illa okumak önünde böylesi bir örneğin yok ne senden büyük kardeşler ne de ebeveynlerin bu yolu sana işaret etmiyor anlayabildiğim kadarıyla.
Ortaokul son sınıftayken Türkçe öğretmenimiz askere gitmişti dönem ortasında. Gitmeden önce de aklında kalan öğrencilerine birer kitap hediye etmişti. Bana hediye ettiği kitap Ölü Ozanlar Derneği‘ydi. Yutarak ve defalarca okumuştum. Çünkü önemsenmiştim, değerli görülmüş ve kitap hediye almıştım. Bu inanılmaz bir şeydi. Öncesinden de oluşmaya başlamış okuma alışkanlığı okuma aşkına dönüşmüştü. İnanılmaz bir kitap aşığı idim artık. Bu alışkanlık sayesinde yapamadıklarıma, sahip olamadıklarıma sahip olmuştum.
-Hani şu meşhur denizyıldızlarının kurtarılması hikâyesinde ki gibi herkese faydası olmasa da senin için çok şeyin değişmesine neden olmuş öğretmenin. Ona ve kendini tüm zor koşullara karşın öğrencilere adamış tüm eğitimcilere de bir selam yollayalım. Peki sonrası...
Okula çok erken başladığımdan dolayı ergenliğim lise 2 ve 3 e denk gelmişti. Zaman ilerliyordu ben artık lise son sınıfa geçmiştim. Artık anneme daha fazla yardım etmem gerektiği evimizin en mühim konusuydu. Fiziksel olarak artık genç bir kadındım ve ‘okul yaşım çoktan geçmişti‘. Okulu bırakmamla ilgili baskılar başlamıştı. Okumakta neymiş iyi bir aileye gelin gitmeliymişim gibi bir dolu ses artarak yükselmeye devam ediyordu. Okul bitti ve ben artık evde misafir ağırlayan annesinin günlerinde pasta ve dolma, görücülerine kahve yapan, elinde tepsi ve temizlik beziyle yaşayan sıradan yurdum insanı profilinde genç bir kadındım.
-Birçoğumuzun farklı seviyelerde ve şiddetlerde de olsa bu çıkmaz sokağa uğradığı dönemlerimiz var sanki. Neler hissettin adapte olup kabullenmek mi daha kolay yoksa çıkış aramak mı?
Bu durum benim canımı inanılmaz derecede sıkıyordu. Fazlasıyla mutsuzdum. Arkadaşlarımın bazıları üniversiteyi bitirmiş bazıları son sınıftaydı. Benim ise o sıralar bu benim diyebileceğim tek şey, hatta benim için servet olan, içinde bir dolu kitap bulunan güzel kitaplığımdı. Evden çıkmanın sınava girmenin yollarını arıyordum lise biteli 5 yıl olmuştu. Üniversiteye gitmek istediğimi söylediğimde delirmiş olduğumu, bunun mümkün olmadığını çok duydum. Evet, bu doğruydu ben delirmiştim. Ablam evlendiğinde eniştemin düğün alışverişinde bana hediye aldığı altın bileziği bozdurup dershaneye yazıldım. Buna kimseyi inandıramadım. Ta ki dershane açıldı ve ben sabah dershaneye gitmek üzere evden çıkana kadar. Bir dolu kavga gürültü vesaire. Yapamaz aradan o kadar zaman geçmiş sıkılır, bırakır. Bir hevestir geçer söylemleri. Ama o heves geçmedi. Sınavda istediğim puanı alamasam da üniversiteye girebilecek puanı almıştım. Maden mühendisliğini yazdım ve yerleştim. Okula kayda gittiğim gün evde fırtına kopmuştu. Bu nasıl olurdu imkansızdı bunu nasıl yaptı.... bu ne başına buyrukluk, bu ne laf dinlemezlik. Tepsiyi bırakıp da kalemi tutmak da ne demek, bu kadar şeye karşı gelmek bu ne cesaret....bu buuuu....
-Sanırım burada bir zor süreç aşılmış oldu ama geçici bir rahatlama süreci olduğunu sanıyorum üniversite yılları nasıldı?
Artık üniversitedeydim ve hedeflerime doğru ilerliyordum. İlk mesleki dersimiz ve hocamızın yerine asistanı derse gelmiş ve burada, bu bölümde ne işiniz var demişti. Hele bir de sen ‘bayansın‘ bu iş senin işin hiç değil demişti üstelik kendisi de kadındı. Okul iyi gidiyordu. Okul dışında oda çalışmalarının yanı sıra belediye eğitim destek evlerinde gönüllü olarak çalıştım. Üniversiteyi birincilikle bitirdim, zoru başardığımı sanarak. Daha zorunun beni beklediğinden bi haber iş aramaya başladım. CV mi birçok yere gönderdim. Randevu verenlerin sayısı oldukça az olsa da görüşmeye çağıranların çoğu iyisin, hoşsun ama biz ‘bayan‘ düşünmüyoruz dedi. Ama iyi de okula kayıt yaparken kimliğim pembe diye bir sorun yaşamadım. Bu kanıyı taşıyanın bir annem ve babam olduğunu düşünüyordum öyle olmadığını da öğrenmiş oldum onlara kızgınlığım da hafifledi kısmen.
- Ailen bu toplumun bir parçası tabii ki bu tavrı kendiliklerinden üretmiyorlar onlara öğretilen bu. Hatta toplum baskısı ya da moda deyimle mahalle baskısı olmasa sana daha esnek davranmaları da mümkün olabilirdi. 30 yıl önce iş başvurularımda aynı yanıtları almıştım şu anda da senin gibi bir çok meslektaşın aynı konuda şikâyetçi yani 30 yıl hiç mi işe yaramadı diye düşünmek kaygı verici. Bunun dışında bir problem yaşadın mı zira zaten mesleğin ciddi bir işsizlik sorunu da var. İhtiyacın çok üstünde maden mühendisi yetişiyor her yıl yeni bölümler açılıp kontenjanlar arttırılıyor.
- İş aramaya kadın olmanın dışında, tenimin rengini, kaşlarımın karalığını da hesaba katmamış olarak devam ettim. İnternet üzerinden Türkiye‘nin birçok yerindeki firmalara CV mi gönderdim. Firmanın birinden şöyle bir mail geldi: ‘güzel bi CV ama Dicle mezunu‘. Bunu nasıl anlamam gerektiğine karar veremedim ilk etapta. Oturup düşününce mail gönderdiğim adres benim maili başka bir adrese iletirken yanlışlıkla bana da postalamış. Kendisine neden cevap gelmediğini öğrenmiş olduğum için teşekkür ettim. Bir diğer firmada (ki en acı olanı bu benim için) sektörde işletmecilik yapan kadın bir işletmeciyle eşinin arkadaşı vasıtasıyla tanışmıştık. Sağ olsun sıcak bir karşılaşmaydı iş aradığımı duyunca bir kaç firma önerdi ve referans olabileceğini söyledi. Ben de CV‘me onun adını yazdım ve dediği firmalara gönderdim. Gönderdiğim firmalardan biri kadını aramış ve buraya Kürt bir kız gelmiş CV sini bırakmış seni de referans göstermiş demiş. Kadın da evet demiş doğru. Karşı taraf " iyi de sen bir kürde nasıl referans olursun" demiş.
Neyse en sonunda iş bulduğumu zannederek, gemileri de yakarak Bursa‘da krom fabrikasında çalışmaya başladım. Fabrikanın son günleriydi. Ben gittikten 2,5 ay sonra fabrika kapandı ben de kesin dönüş yaptım Diyarbakır‘a. Anlatamayacağım kadar zor bir dönem. İşsizlik eğer kadınsan ve aileni karşına almışsan gerçekten çok çok zor.
Evet hikayesini paylaştığımız sevgili Esra‘yı bu söyleşiye son düzeltmeleri yaptığımda tekrar aradım var mı başka bir diyeceğin var mı iş ve özel yaşamında bir değişiklik diye bakın neler söyledi.
Diyarbakır Organize sanayi bölgesinde bir mermer fabrikasında üretim müdürü olarak çalışmaya başladım. Fabrikam ebatlı malzemenin yanında mozaik de çalışmakta. Çalışanların içinde 6 kadın olması da benim açımdan oldukça keyif verici. Küçük bir parantezle şunu belirtmeliyim ki kadın işçilerimiz gayet verimli ve işlerini aksatmadan yapmakta. İş hayatındaki kadın disiplinini çok rahat bir şekilde onların çalışmalarında görebiliyorum.
-Seninle aynı durumda birçok arkadaşımız var onlara bir şeyler söylemek ister misin?
Son olarak işsiz kadın meslektaşlarıma bol şans diliyorum. Yılmasınlar, ideallerinden vazgeçmesinler, bir gün mutlaka olacaktır. Buna inansınlar; unutmamak lazım yaşamak inanmak ve inandıkların için direnmektir.
Umarım Esra bir daha aynı sorunları yaşamasın ancak biliyoruz ki bu sıkıntıların içinde onlarcası yüzlercesi var ama onun hikâyesinde ülkemizin birçok yüzü birçok yarası var. En başında da kadın olarak doğmanın engeli var. Evet, ülkemizde 2012‘de bu hala bir engel, aştım zannedenleri bile bir daha düşünmeye davet ediyorum aştın ama kadın kalabildin mi diye de acıyla sorarak. Çünkü ne yazık ki erkeklerin dünyasında var olma savaşı verirken bazılarımız o dünyanın kurallarını benimseyip oyunu onlar gibi oynamaya başlıyoruz.
Engelleri yaratan beyinlerimizdir, bizim asıl sorunumuz. Daha çok soran, daha çok sorgulayan, eşit doğduğumuza inanan bir topluma dönüştüğümüzde belki biraz daha güzel olur mu dünya?
Nedret Durukan
2012 Diyarbakır-İstanbul