MADENCİLİK BAKANLIĞI VE MADENCİLİK MEVZUATI
GİRİŞ Bugün, gelinen noktada; Madenciliğin ülkemiz GSMH içindeki payı % 1 civarındadır. Son 15 yıllık dönemde başta kömür ve demir cevheri olmak üzere ithalatın artması sonucu, hammadde ve ara ürün olarak ihraç edilen cevherlerden elde edilen ihracat gelirleri bu iki madene ödenen dövizden daha geride kalmıştır. 2000 rakamlarına göre toplam ihracatımız 569 milyon dolar, ithalatımız ise 1.019 milyon dolar olmuştur. Gereken önlemlerin alınmaması halinde bu farkın ithalat lehine daha da açılacağı kuşkusunu taşımaktayız. Günümüzde, madenlerimize dayalı sanayileşmenin yeterli düzeyde gelişememiş olması nedeniyle maden üretimimiz, mamul maddeye dönüştürülmeden ağırlıklı olarak ara ürün ya da hammadde boyutunda kalmıştır. Madenciliğin GSMH içindeki payı ABD’de % 4.2, Almanya’da % 4.0, Kanada’da % 7.5, Avustralya’da % 7.7’dir. Türkiye, Madencilik Sektörüne ilişkin gerekli stratejileri geliştirmesi durumunda sektörün GSMH içindeki payının % 4-5 düzeylerine çıkması mümkündür. Çünkü Türkiye’nin, önemli ölçüde madencilik potansiyeli ve Cumhuriyet ile birlikte gelişmiş kurumları vardır. Bu hedefe ulaşmak için oluşturulacak politikaların belirlenmesinde gerekli bilgi, doküman ve deneyim mevcut olup öncelikle yapılması gereken güçlü siyasi irade ile Sektöre ilgi duymaktır. TÜRKİYE’NİN ÖNEMLİ MADEN POTANSİYELİ ve MEVCUT DURUM Dünyanın büyük trona yataklarından birine sahip olmamıza karşın, tespit edildiği 1979 yılından bu yana Batılı tekellerin oyalama politikalarına göz yumulması nedeniyle bu rezervlerimiz bugüne kadar işletilememiştir. Tronaya ilişkin proje henüz işletme aşamasına gelememiştir. Ülkemiz dünya bor rezervlerinin %60’na sahip olmasına karşın dünya bor pazarındaki payı %23 civarındadır ve yıllardır bu alanda yeni pazarlara ulaşılamamıştır. Bugün Ortadoğu ülkeleri için petrol, Türk Cumhuriyetleri için petrol ve doğalgaz ne ise Bor’da ülkemiz için aynı önemde stratejik bir hammaddedir. Gelecekte çevre dostu ileri teknolojilerin hammaddesi olma özelliği nedeniyle daha da stratejik olacağı bilinmelidir. Çünkü bor geleceğin madeni olacaktır ve daha geniş bir alanda daha fazla tüketilecektir. Özellikle çeliğin yerini almaya aday olan çevre dostu fiberglass sektörü ile deterjan sektöründeki gelişmeler dikkatle incelenmelidir. Türkiye Dünya Bor rezervlerinin %60’ına sahip bir ülke olarak bu kozu çok iyi kullanmalıdır. Borla ilgili yatırımlar desteklenmeli, hammadde olarak ihraç edilmesi yerine mamul madde ihracatına yönelik yatırımlara zaman kaybetmeden geçilmelidir. Bor üretiminin ve ihracatının tek elden kamu tarafından yapılmalısına ve bor türevlerini kullanacak sanayilerin kurulmasına destek verilmelidir. Dünya krom rezervinin %1’ine sahip olan ülkemiz dünya krom üretiminin yaklaşık %9’unu gerçekleştirmektedir. Dünyada ferrokromun büyük bir kısmı krom cevherinin elektrik ark ocaklarında indirgeme yöntemi ile elde edilmektedir. Üretilen ferrokromun yaklaşık %75’i de paslanmaz çelik üretiminde kullanılmaktadır. Ülkemiz, kalite ve üretim olarak dünyada yıllardır ilk sıralarda yer almış olmasına karşın, cevherimizin büyük bir bölümü işlenmeden hammadde olarak ihraç edildiği için dünya pazarlarında etkin olunamamıştır. Önemli bir yer altı kaynağı olan kromun, ham cevher yerine katma değeri yüksek olan ferrokrom ve paslanmaz çelik haline dönüştürülerek ihraç edilmesi için sanayi sektörü teşvik edilmelidir. Ülkemizde, 1 milyar tonun üzerinde düşük tenörlü demir cevheri potansiyeli tespit edilmiştir. Bu potansiyel rezervler; işletilebilir rezervlere dönüştürülmeli, cevher zenginleştirme projeleri geliştirilmeli ve teşvik edilmeli, mevcut tesisler modernize edilmelidir. Bu çalışmaların kısa süre içerisinde yapılmaması halinde işletilebilir rezervler tükeneceğinden hammadde gereksiniminde tamamen dışa bağımlılık kaçınılmaz hale gelecektir. Seydişehir Alüminyum tesislerinin kapasitesini artırabilecek rezerv olmasına karşın yıllardır bu alanda yapılması gereken daha az enerji tüketen ileri teknoloji yatırımlarının yapılmaması nedeniyle her geçen gün alüminyum ürünlerinde dışa bağımlılık artmaktadır. Türkiye’nin mevcut Bakır, Çinko, Kurşun rezervleri (Metal Cu, Zn, Pb) sırasıyla, 2.28, 2.29 ve 0.86 Milyon ton düzeyindedir. Ülkemizde bakır-çinko-kurşun üretimi özel ve kamu sektörünce yapılmakta özellikle kamu bakır madenciliği değişik kurumlarca yürütülmektedir. Bu sektörde de gerekli rezerv geliştirme çalışmaları ile teknolojik yatırımların yapılmaması nedeniyle işletilebilir rezervler tükenmek üzeredir. Ayrıca bir çok işletme ekonomik tenörün altında çalışmaktadır. Özelleştirme sonucu İranlılara satılan ÇİNKUR gerekli konsantreyi yurt dışından getirmiş, bölgedeki madencilerden cevher satın almamıştır. Bunun sonucu olarak da Kayseri Bölgesinde kurşun-çinko cevheri işletmeleri kapanmıştır. Şimdi de ÇİNKUR’un kendisi kapanma durumundadır ve bugün çinko üretimi durmuştur. Türkiye’de son 10-15 yıl içerisinde önemli ölçüde altın rezervleri tespit edilmiş olmasına rağmen bu rezervler işletilememektedir. Dünya mermer rezervi bakımından önemli bir yeri olan Türkiye’nin, 650’ye varan renk ve doku kalitesine sahip mermer çeşitleri ile pazar şansı çok yüksektir. Ancak ihracat düzeyi olması gereken düzeyin çok altındadır. 1985 yılı sonrası, mermerin 3213 sayılı Maden Kanunu kapsamına alınması ile sektörde yatırım güvencesi için gerekli ortam sağlanmıştır. Çeşitlilik, kalite ve rezerv açısından zengin olan mermerlerimiz, son 10 yılda gelişen üretim teknolojilerinin ülkemizde uygulanması ile uluslararası pazarlarda söz sahibi olmaya başlamıştır. 1985 yılından bu yana, değer olarak yaklaşık 25 kat artan, 1998 yılında da 128 milyon dolar ihracat ile maden ürünleri ihracatı içinde ilk sıralardaki yerini alan mermer 2000 yılında maden ihracatında ilk sırayı almıştır. Mermercilik sektörünün, altyapı, ara eleman eksikliği, üretimde standartlaşma, dış pazarlarda tanıtım eksikliği, ihracatın yeteri kadar profesyonelce yapılamaması, sektörün üst düzeyde örgütlenememiş olması gibi sorunları vardır. Bu sorunların devlet-sektör işbirliği içerisinde çözümlenmesi gerekmektedir. Cam, Seramik ve Çimento sektörleri, üretim bazında Dünya ve AB bazında önemli bir yere gelmiştir. Ancak, Endüstriyel Minerallerin, rezerv durumları ile dünya piyasalarındaki talep artışı dikkate alındığında, üretim değerleri rezerv değerleri ile kıyaslanamayacak ölçüde az olduğu görülür. Gelecekte daha fazla ihtiyaç duyacağımız endüstriyel hammaddeler, haksız rekabet nedeni ile yok pahasına ihraç edilmektedir. Ayrıca endüstriyel hammaddeler sektörümüzün yıllardır devam eden liman problemleri de en kısa zamanda çözümlenmelidir. MADENCİLİK KURULUŞLARI ve MEVCUT DURUMLARI Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA) ülkemizin maden potansiyelini ortaya çıkarmak, teknik ve teknolojik özelliklerini saptamak amacıyla 1935 yılında kurulmuş olup özellikle 1980’lerden sonra uygulanan yanlış politikalar sonucu bu görevi yerine getiremez hale gelmiştir. Maden aramacılığı konusunda daha çok şeylerin yapılması gerektiğine inanıyoruz. Riski yüksek bir altyapı hizmeti olan maden aramacılığının kamu denetim ve kontrolünde yapılmasının en doğru yol olduğunu düşünüyoruz. Ancak yıllardır idari, teknik ve teknolojik yönden erozyona uğrayan bu kuruluşun, bugünkü konumuyla bu işlevi yerine getirmesi mümkün görülmemektedir. MTA idari, personel, teknoloji ve finansman yönünden yeniden ele alınmalı, sadece “geçmişteki başarıları ile övünen bir kuruluş” olmaktan çıkarılarak, gelecekle ilgili nelerin yapılabileceğini planlayan, programlayan bir kurum haline getirilmelidir. Ancak günümüzde ağırlıklı olarak sıcak ve soğuk su arayan bir kuruluş haline getirilmiştir. Bu kuruluşun yeni bir anlayış çerçevesinde, yeniden yapılandırılarak asli görevine dönmesi sağlanmalıdır. Cumhuriyet tarihimizle özdeş, metal madenleri ve endüstriyel mineraller üzerinde 64 yıllık deneyim ve birikime sahip olan Etibank (Eti Holding), madencilik konusunda uzun yıllar ülkemize hizmetler verecek tek kuruluştur. Ancak Türkiye’deki diğer kamu iktisadi kuruluşları gibi, idari ve mali konularda birçok sorun yaşaması, uluslararası piyasada faaliyet gösteren Eti Holding’i ciddi sıkıntılara sokmuştur. Bu sorunların aşılması ve sağlıklı bir yapıya ulaşılması için çözüm önerilerinin kararlı bir siyasi iradenin uygulamasıyla gerçekleşeceğine inanıyoruz. 1980 sonrası dönemde linyit rezervlerinin geliştirilmemesi, kömür zenginleştirmede ve yakma sistemlerinde gerekli teknolojik gelişmelerin sağlanmaması nedeniyle enerjide dışa bağımlılık başlamış ve her geçen gün biraz daha artmıştır. Önümüzdeki dönemde idari ve teknik yapılanmada gerekli önlemler alınamadığı taktirde bu artışın devam etmesi doğaldır. Mevcut termik santrallerin ve santralleri besleyen kömür işletmelerinde yıllardır yapılması gereken yenileme, modernizasyon ve rehabilitasyon yatırımları, 3096 Sayılı Yasa kapsamında yürütülen İşletme Hakkı Devir çalışmaları nedeniyle yapılamamaktadır. Bu durumun devam etmesi halinde bir çok santralde ve kömür işletmesinde üretimin tamamen durması kaçınılmazdır. Ayrıca, doğal kaynaklarımız, 3096 sayılı yasa kapsamında şirketlerin inisiyatifinde yıllarca projelendirilerek işletmeye alınamamaktadır. Bu kapsamda 3096 sayılı Yasa ile birlikte linyit madenciliğinin aramadan üretime kadar yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. MTA, TKİ ve TTK Ulusal Enerji Politikaları içerisinde aktif rol üstlenecek şekilde yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Zonguldak Taşkömürü Havzası son yıllarda devamlı ülke gündeminde kalmıştır. 1980’li yıllara kadar sürekli artan satılabilir üretim (3.5 Milyon ton), o tarihten itibaren hızlı bir şekilde düşmüştür (1 Milyon ton) . Bu düşüşün en önemli nedeni jeolojik koşullar değil, tamamen zamanında yapılması gereken yenileme, modernizasyon ve hazırlık yatırımlarını yapmayan, popülist politikalarla kurumun mali yapısı ile birlikte çalışma dengesini bozan iktidarlardır. Bu anlayış içerisinde Havzanın sorunlarına çözüm getirilmediği gibi, Türkiye Taşkömürü Kurumu kaderine terk edilmiştir. Bugün kuruma 4012 işçi alımı ile siyasi otoritenin TTK’nın kapanmaması yönündeki eğilimi olumlu bir gelişme olarak değerlendirilse de, mutlaka TTK özerkleştirilerek yeniden yapılandırılmalı, mali yapısının düzeltilmesi için borçları sıfırlanmalı, Lavuar tesisleri dahil gerekli tüm yatırımlar bir program doğrultusunda gerçekleştirilerek üretim seviyesi eski düzeylerine çıkartılıp Demir Çelik Sektörünün koklaşabilir kömür talebi karşılanmalıdır. Cumhuriyet Dönemi’nde devletin yeniden yapılandırılmasına paralel birçok yasal düzenlemeler getirilmiştir. 1954 yılında 6309 sayılı Maden Kanunu çıkarılmıştır. Uzun yıllar tartışmalara neden bu yasa, 1985 yılında 3213 sayılı Maden Kanunu’nun çıkışı ile yürürlükten kaldırılmıştır. 3213 sayılı yasa da çıktığı günden beri tartışılmaktadır. Aralıklı olarak yeni tasarılar hazırlanmakta, ancak bir sonuç alınamamaktadır. Gerek 6309 ve gerekse 3213 sayılı yasaların sonlarında, “Maden Dairesi, bu kanun yürürlüğe girdikten sonra ülke düzeyinde teşkilatını kurar” denmesine rağmen, 1954’den günümüze kadar 48 yıl geçtiği halde, nedendir bilinmez MİGEM ülke düzeyindeki teşkilatını kuramamıştır. 22 bin ruhsatlı sahanın denetimi; bina sorununu çözememiş, yeterli kadrosu olamayan, baskıların ve politik müdahalelerin had safhaya ulaştığı bir ortamda 40-50 mühendis tarafından yürütülmeye çalışılmaktadır. Maden İşleri Genel Müdürlüğünün ülke düzeyinde teşkilatlanması için yasal altyapı hazırlanmalıdır. 1906 yılında çıkarılmış Taşocakları Nizamnamesi hala yürürlüktedir. Patlayıcı maddenin kullanılmadığı, inşaat sektörünün gelişmediği, ülkede mühendis sayısının sayılı olduğu bir ortamda çıkarılan bu nizamname, günümüz Türkiye’sindeki katrilyonlara varan para boyutuna ve milyonlarca tonluk üretimine nasıl cevap verecektir; Tabii ki veremiyor. Birçok problemler,ölümcül kazalar, çevre problemleri devamlı gündemdedir. Madencilik sektörünü ilgilendiren yasa, tüzük ve yönetmelikler çeşitli kuruluşlar tarafından çıkarılmaktadır. Bazen bu tüzük ve yönetmeliklerde, madenciliğin yapılmasını engelleyen maddelerle karşılaşılmaktadır. Bir doğal kaynak için gösterilen hassasiyet başka bir doğal kaynağın üretilmesini engeller boyuta varmaktadır. Kurumlar arasında yeterli koordinasyonun sağlanmaması sonucu birçok madenci sıkıntıya girmekte ve üretimi gerçekleştirememektedir. Yürürlükteki 3213 sayılı yasanın aksayan maddeleri değiştirilmeli, taşocakları, Maden Kanunu kapsamına alınmalı, 1984 yılında çıkarılan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü, günün koşullarına göre, yeniden düzenlenmelidir. Ayrıca madencilik sektörünü ilgilendiren, değişik bakanlıklar tarafından çıkarılan kanun, tüzük ve yönetmelikler iyi incelenmeli, üretimi engeller boyuttaki maddelere karşı çıkılmalıdır. Madencilik Fonu 3213 sayılı Madden Kanunun 34.Maddesine göre ve sektörün finans yönünden desteklenmesi amacıyla kurulmuştur. Madencilik sektöründen bilanço karları üzerinden kesilen %5’ler fonun asıl kaynağını teşkil etmektedir. Ancak sektörden kesilen bu fonlar amacı doğrultusunda kullanılmayarak bütçeye gelir olarak aktarılmaktadır. Madencilik Fonu sektöre hizmet verecek şekilde yasal olarak yeniden düzenlemesi gerekmektedir. Sonuç olarak Madencilik sektörü yılların ihmal edilmişliğinin sıkıntısını yaşamaktadır. Devletin yeni stratejiler oluşturarak hem bugünü hem de geleceği planlamasına ihtiyaç olduğu bir gerçektir. Gerekli müdahaleler yapılmazsa kan kaybı devam edecektir. Önümüzdeki dönemde en çok gündemde olacak konu, Madencilik mevzuatının AB mevzuatına uyarlanmasıdır. Bekleme süresinin kaç yıl süreceği tam olarak kestirilememektedir. Ancak, kamu ağırlıklı Türkiye Madencilik Sektörünün AB mevzuatı karşısında durumunu tespit etmek öncelikle yapılması gereken bir çalışmadır. AB, sübvansiyonlar, kamu ihaleleri, rekabet koşulları ile çevreye ilişkin alınması gereken önlemler direktifler ile kurallara bağlamış olup, üye ülkelerin bu direktiflere uyma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, madencilik sektörüne ilişkin tüm Yasa ve Yönetmelikler ile kamu kurum ve kuruluşların durumu AB mevzuatına göre karşılaştırılarak gerekli stratejilerin oluşturulması gerekmektedir. MEVCUT AKSAKLIKLAR Türkiye, Madencilik Sektörüne ilişkin gerekli stratejileri geliştirmesi durumunda sektörün GSMH içindeki payının % 1’lerden % 4-5 düzeylerine çıkacağı bir gerçektir. Ancak; öncelikle aşağıda sıralanan mevcut aksaklıkların giderilmesi gerekmektedir. a) Madencilik Sektörüne ilişkin Yasa ve Yönetmeliklerin yetersiz ve birbirleriyle çelişkili olması; bürokrasiyi artırmakta, anlaşmazlıkların çözümünde zaman kaybedilmekte ve farklı Bakanlıklar ile Kurumlar ve Kurumların birbirleri arasındaki koordinasyon eksikliğine neden olmakta ve yatırım ile iş programı konularını önemli ölçüde etkilemektedir. Böyle dağınık yapıdaki madencilik sektöründe stratejilerin geliştirilmesi mümkün değildir.b) Yürürlükteki 3213 sayılı yasanın aksayan maddelerinin değiştirilmesi, taşocaklarının Maden Kanunu kapsamına alınması, 1984 yılında çıkarılan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü’nün günün koşullarına göre yeniden düzenlenmesi, madencilik sektörünü ilgilendiren ve değişik bakanlıklar tarafından çıkarılan kanun, tüzük ve yönetmeliklerin iyi incelenerek, üretimi engeller boyuttaki maddelere karşı çıkılması ve Maden İşleri Genel Müdürlüğünün ülke düzeyinde teşkilatlanması için yasal altyapının hazırlanması gerekmektedir. Ancak, bugün gelişmekte olan Türkiye’nin ucuz, güvenilir ve yeterli miktarda enerji talebinin karşılanmasına yönelik politikalar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nı aşmıştır. ETKB’ nin gündeminde her zaman enerji sorunu bulunmaktadır. ETKB bugünkü yapısıyla madenciliğin sorunlarının çözümüne ilişkin yasa ve yönetmelik değişikliklerini gerçekleştirilmesi mümkün değildir.c) Madencilik farklı Bakanlıklar bünyesinde ayrı Yasalar ile yürütülse de madenciliğin sorunları ortaktır ; Ülke içi taşıma maliyeti, ocak içi taşıma maliyetinin çok üzerinde gerçekleşmekte, arama çalışmaları finansman ve teçhizat yetersizliğinden yapılamamakta, MTA’nın aramalarda işlevsiz hale getirilmiş olması nedeniyle gerekli rezerv geliştirme ve teknolojik araştırma çalışmaları yapılamamaktadır. Önemli ölçüde enerji üreten ve tüketen bir sektör olan Madencilik Sektörüne; elektrik, su, yol, liman ve pazarlama gibi altyapı hizmetlerinde hiç bir teşvik sağlanmamaktadır.d) Cumhuriyet ile birlikte gelişmiş, kurumsallaşmış kurumlar olan ve bugün farklı Bakanlıklara bağlı olan TKİ; ETİ HOLDİNG, TTK; MTA, TDÇİ; KBİ gibi büyük madencilik Kuruluşlarına yeterli düzeyde sahip çıkılamamaktadır.MADENCİLİK BAKANLIĞI’NIN ÖNEMİ 1935 yılında, 2804 ve 2805 Sayılı Yasalar ile MTA ve Etibank’ın kurulması ile birlikte, Madenciliğin kısa sürede gelişme gösterdiği bilinmektedir. 1978 Yılında 2172 Sayılı Yasa ile linyit ruhsatlarının birleştirilerek havza madenciliğine geçilmesi ile linyit üretimi 5 kat, yine aynı Kanun kapsamında, Bor ruhsatlarının Etibank’a devredilmesi ile birlikte Bor ihracatında yaklaşık 10 kat artış sağlanmıştır. 1985 yılında Mermerin 3213 Sayılı Maden Kanunu kapsamına alınmasıyla da mermer üretimi değer bazında 25 kat artmıştır. Bu gelişmeler göstermektedir ki, Siyasi İktidarların Madenciliğe sadece yasal ve kurumsallaşma bazında ilgi göstermesi halinde, çok kısa bir zaman içerisinde Sektörde önemli ölçüde ilerleme sağlanacaktır. Bu nedenle, Madenciliğin bütün kamu ve özel sektör kuruluşlarını bünyesinde toplayan bir “MADENCİLİK BAKANLIĞI’NIN” kurulması, kurumlar arasında koordinasyonun sağlanması, gelecekle ilgili stratejilerin tek elden oluşturulmasına neden olacaktır. Madencilik sektörünün istihdam yarattığı, kırsal kesimden büyük şehirlere göçü büyük oranda önlediği, madencilik yapılan bölgelerin sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan oldukça hızlı kalkındığı bilinmektedir. Madencilik; yol, elektrik, haberleşme gibi altyapı hizmetlerini kırsal kesimlere taşınmasına neden olmaktadır. Ayrıca, Madencilik sanayiinin itici gücü hem madenciliğe dayalı sanayileşmeyi teşvik etmekte hem de teknoloji kullanılarak yapıldığından, imalat sektörlerini geliştirmektedir. Önümüzdeki dönemde Madencilik, başta bor, trona, krom, bakır, mermer, demir, endüstriyel hammaddeler ve kömür gibi madenlerin üretimini ve bunları uç ürüne dönüştüren kimya, metalürji, inşaat ve enerji sektörlerinin gelişmesine ön ayak olabilecek kapasitedir. Madencilik Sektörü fiyat dalgalanmalarına ve işletme risklerine çok duyarlı bir sektör olup sadece özelleştirme ile maden işletmeleri verimli hale getirmek mümkün değildir. Bu nedenle, küçültülmüş şirketlerin uluslar arası piyasalarda yaşayabilmesi mümkün değildir. Geniş ürün çeşidi olan, bu kapsamda makine ve teçhizatı ile personelinin hareket esnekliğine sahip, alternatif piyasalar yaratabilen, meslek içi eğitim programları uygulayabilen, aramadan-pazarlamaya kadar AR-GE yatırımlarına kaynak yaratabilen büyük madencilik şirketleri uzun süre varlıklarını sürdürebilmektedir. Ancak, özel sektör madenciliği, güçlü kamu madenciliğinin güvencesi altında istikrarlı üretim yapabilir. Bu kapsamda, Cumhuriyet ile birlikte gelişmiş ve kurumsallaşmış kurumlar olan ve bugün farklı Bakanlıklar altında çalışan TKİ; ETİ HOLDİNG, TTK; MTA, TDÇİ gibi büyük madencilik Kuruluşlarının küçültülerek özelleştirilmesinin ve/veya kapatılmasının ne özel sektöre ne de ülke madenciliğine bir faydası olabilir. Bu nedenle, hangi işletmelerin geliştirileceği hangilerinin kapanacağını veya tatil edileceği ile hangi yatırım ve işletme modellerinin uygulanacağına ilişkin sağlıklı politikaların oluşturulabilmesi ancak öncelikle “TEK BİR BAKANLIK ALTINDA YAPILANDIRILACAK KAMU MADENCİLİK KURULUŞLARININ ÖZERKLEŞTİRİLMESİ” ve her bir özerk kurumun kendi yapısına ve faaliyet alanına göre kendi politikalarını oluşturması ile mümkün olabilir. Madencilik Bakanlığı’nın kurulması Maden İşleri Genel Müdürlüğü gibi sürümceme de bırakılmamalı, tüm teşkilat yatayda ve düşeyde en kısa zamanda yapılandırılmalı ve kurulmadan önce her boyutuyla tartışılmalıdır. Madencilik Bakanlığı kurulmaması durumunda ise yukarıda ifade edilen sektöre ilişkin kurumsal ve yasal düzenlemeler zaman geçirilmeden uygulamaya konulmalıdır. |