TMMOB Maden Mühendisleri Odası

Rakamlarla Türkiye Madenciliği

Rakamlarla Türkiye Madenciliği

Madenciliğimizin rakamlarla bir değerlendirilmesini yapmadan önce ülkemizin genel bir ekonomik durumunun değerlendirilmesi gerekmektedir.

19 Aralık 2011 yılında Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı 2010 yılına ait "Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırma Raporu" nu yayınlamıştır. Bu raporda "Eşdeğer hane halkı kullanılabilir gelirlere göre oluşturulan yüzde 20‘lik gruplarda, en yüksek gelire sahip son gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay % 46.4 iken, en düşük gelire sahip ilk gruptakilerin toplam gelirden aldığı payın % 5.8 olduğu, buna göre son % 20‘lik grubun toplam gelirden aldığı pay, ilk % 20‘lik gruba göre 8 kat olduğu belirtilmiştir. Aynı raporda, Türkiye‘de hane halkı başına düşen ortalama yıllık kullanılabilir gelir 22.063 TL iken, ortalama yıllık eşdeğer hane halkı kullanılabilir gelir ise 9.735 TL olduğu, nüfusun % 16,9‘u yoksulluk riski altında olduğu belirtilmiştir.

Milli gelirimiz 2002 yılında 230 milyar dolar iken 2010 yılında 735 milyar dolar olarak gerçekleşmiş, kişi başına milli gelir 2500 dolarlardan 10.000 dolarların üzerine çıkmıştır. Ancak kişi başına düşen milli gelirin artmasına karşın vatandaşın alım gücü azalmıştır. TUİK‘in raporunda da belirttiği gibi vatandaşın gelir seviyesi düşerken belirli bir kesimin milli gelir pastasındaki payı artmıştır. Her ne kadar hükümet milli gelirin arttığı, ülkenin kalkındığını söylese de, kalkınan bir avuç azınlık olmuştur. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı‘nın ‘‘Bir Bakışta Toplum‘‘ raporunda en yüksek gelir eşitsizliğine sahip ülkeler Şili, Meksika ve Türkiye olarak sıralanmıştır.

Dış ticaret değerlerimize bakıldığında; 2010 yılında ihracat 114 milyar dolar, ithalat 186 milyar dolar, 2011 yılında ihracat 135 milyar dolar, 241 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Ülkemizde ihracatta rekor kırmaktan bahsederken, ihracatın ithalatı karşılama oranından veya dış ticaret açığından bahsedilmemektedir.

Bu tablo değerlendirildiğinde madencilik sektörü; ülkemizin sanayileşmesi, kalkınması, refah toplumu olması için olmazsa olmaz öncelik taşımaktadır. Çünkü, tamamıyla ulusal bir değer olup üretilen mallarda hiçbir ithalat kalemi bulunmamaktadır. Emek yoğun bir sektör olup istihdamı artıran ve bu sayede işsizliği azaltan yönü bulunmaktadır. Genellikle kırsal kesimde yapıldığından iç göçü önleyen ve bölgeler arası eşitsizliği azaltmakta önemli bir rol oynar. Bu kadar önemli bir kaynağımızın öncelikle korunması ve değerlendirilmesi öncelikle yönetim kademesinin sonra da herkesin görevidir.

Gayrı safi milli gelir içinde madenciliğin payı, son 10 yıl içinde % 1.1 ile % 1.4 arasında değişmiştir. Esasen bu oran madenciliğin önemini ya da ekonomimiz içinde madenciliğin önemini ifade etmemektedir. Madenciliğin öneminin, madencilik ürünlerinin ülkemiz sanayisi için gerekliliği ve ülkemizin ekonomik bağımsızlığı açısından da değerlendirilmesi gerekmektedir. Maden ihracat istatistiklerine baktığımızda 2000 yıllardaki 575 milyon dolar olan maden ihracatının, 2011 yılında 3.8 milyar dolara ulaştığı görülmektedir. Toplam ihracat içindeki madenciliğin payı da % 2.5 civarındadır.

İhracatın parasal değeri yanı sıra maden ürünü olarak neler ihraç ettiğimiz de önemlidir. 2011 yılında ihraç edilen büyük rakamların içinde metal konsantrelerinin önemli bir payı olduğu görülmektedir. Kısaca ülkemiz madencilikte hammadde ihraç eden bir ülke konumundadır. Bazı madenler dışında maden ihracat değerinin her yıl artması, her yıl biraz daha fazla sömürüldüğümüz anlamına gelmektedir. Bakır konsantresi ihraç edip bakır tel, krom ihraç edip paslanmaz çelik, nikel, kobalt ihraç edip alaşımlı metal ithal edilmektedir. Ülkemizin altın madeni de elimizden kayıp gitmektedir. Bu gidişle gelecek nesillerimiz, ülkemizde üretecek ne altın ne de başka bir maden bulabileceklerdir.

2010 yılında 925 milyon dolar demir cevheri, 1.2 milyar dolar da kömür ithalatı için bedel ödenmiştir. Fosfat kayası için de ithalata ödenen bedel 50 milyon dolara yaklaşmıştır. Maden ihracat rakamları da her geçen yıl artmaktadır.

Ülkemizde madencilikle ilgili çarpık yapılanmaya bakıldığında, 1989‘lu yıllarda Etibank Mazıdağı Fosfat Konsantre Tesisleri devreye alınmış, 2-3 yıl sonra tesis durdurulmuştur. 15 yıldan daha uzun bir süreden beri bu tesisler atıl beklerken ülkemiz gerekli gübre hammaddesini ithalat yolu ile karşılamış, karşılamaya devam etmektedir. Yakın gelecekte ihracatçı ülkeler fosfat kayası satmak yerine gübre ihraç edecekler ve ülkemiz daha yüksek bedeller ödeyerek gübre almak zorunda kalacaktır.

Yıllardan bu yana feldispat neredeyse maliyetine ihraç edilmektedir. Feldispat üreten firmalar kendi aralarında gereksiz rekabete girmekte, bu kaynaklarımız yok pahasına üretildiği gibi ihraç edilmektedir. Devlet, olup biteni yalnızca seyretmektedir.

İhracatla ilgili en çarpıcı örnek krom cevheridir. Krom madenciliğinde asıl yanlış herkesin krom üretip satması değil "devletin olmayan ulusal madencilik politikasıdır". Tenörüne göre yaklaşık 2.5- 2.8 ton krom cevherinden 1 ton civarında ferro-krom üretilmektedir. Dünyanın ferro-krom üretiminde kullanılan enerjinin kilowatt saati 2 cent civarında iken, bu değer ülkemizde 5 centin üzerindedir. 1 ton yüksek karbonlu ferro-krom üretmek için yaklaşık 4300 kwh enerji kullanılmaktadır. Bu da, mevcut elektrik fiyatlarıyla ülkemizde üretilecek ferro-kromun 1 ton fiyatının maliyetinin dünyadaki diğer ülkelere göre en az 125 $ daha fazla olacağı anlamına gelmektedir. Yıllardan bu yana devlet elektrik ark ocaklarında çelik üretimini özel elektrik tarifesi ile desteklerken, krom üreticilerine benzer enerji desteği ile ilgili ufak bir ışık bile göstermemiştir. Bu nedenle ülkemizde ferrokrom üretimi için hiçbir yatırım yapılmamış, krom cevherin önemli bir kısmı üretildiği gibi ihraç edilmiştir. Esasen ferro-krom üretimi kaliteli çelik üretiminin ilk halkasıdır. İhraç ettiğimiz tuvönan krom ile ferro-krom‘dan paslanmaz çelik ve mamul ürünler üretilip ülkemize geri satılmaktadır.

Ülkemiz bor madenleri açısından oldukça şanslı konumda olup, dünya rezervlerinin % 72 si ülkemizde bulunmaktadır. Bordan ülkemizin kazandığı ancak yılda 600 milyon dolardır. Bunun yanı sıra bordan asıl kazancı ihraç ettiğimiz ülkeler elde etmektedir. Ülkemizde bor ürününü kullanan yerli sanayicimiz, zengin bor rezervlerimize karşın, uluslararası pazarlarda rekabet edebilmek için bu avantajımızdan yararlandırılmamış, devlet , bor madenimizin değerlendirilmesi konusunda yerli yatırımcıyı teşvik etmek yerine dış piyasaya iç piyasadan daha ucuza bor vermiştir.

Altın madenciliğinde de gelişmeler farklı değildir. Ülkemizde altın madenciliği ile ilgili politika; altın üretiminin yerli, yabancı ya da devlet tarafından yapılıp yapılmamasından öte "altının ülkemizde ürettirilmemesi" üzerine kurulmuştur. Yaklaşık 1994 yılından bu yana altınla ilgili politika; toplumun en duyarlı olduğu "çevre-siyanür" ilişkisi üzerine kurulmuş bu arada yabancı firmalar tabiri caizse "malı götürmüştür". Toplumun çeşitli kesimleri bu konuda tartıştırılırken görünüşte yerli ama özünde yabancı sermaye kaynaklarımızı transfer etmeye devam etmektedir.

Tuvönan olarak sattığımız maden ihracat değerleri miktar ve parasal olarak büyümektedir. Ancak hammadde de olsa birim satış bedellerine bakıldığında artış yerine düşüş gözlenmektedir. Bunun nedeni de dış ticarette söz sahibi olmamamızdan kaynaklanmaktadır.

Ülkemizin hammadde üretip satan bir ülke konumundan çıkıp, ürettiğini kendi sanayisinde hammadde olarak kullanan, sanayi ürünlerini satan bir ülke konumuna gelmesi gerekmektedir. "Madenler üretilmeli, sanayi ile entegrasyonu sağlanmalı, ülke ekonomisine kazandırılmalıdır. Kalkınmanın temeli sanayileşme, sanayileşmenin olmaz ise olmazı da madenciliktir. Kendi madenini üreterek sanayisini kurmayan bir ülke dışa bağımlılıktan kurtulması olanağı yoktur.

Devletin, madencilikle ilgili politikası günü birliktir. Uzun vadeli stratejisi bulunmamaktadır. 500 yıllık bor rezervi olan bir ülkede devletin kurumları metal madenleri arama yerine hala bor madeni aramaktadır. 8.3 milyar ton kömür rezervine 5 milyar ton daha rezerv ilave edildiği ifade edilirken, bu kaynakların kullanılarak enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmak adına hiçbir adım atılmamaktadır.

Ülkemizde yıllardan bu yana mostra (yüzey) madenciliği yapılmıştır. Artık mostrada üretilebilecek maden kalmamış, derinlere inilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan da maden rezervlerimiz orta ve küçük ölçeklidir. Ancak 2010 yılında 5995 sayılı kanun ile 3213 Sayılı Maden Kanununda değişiklik yapılmış, ülkemiz madenlerinin yabancı sermayeli şirketlere teslim edilmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır. Kanun ile getirilen maddi yaptırımlar ve diğer yükümlülüklerle ulusal madenciliğin yok edilmesi amaçlanmıştır. Bu konuda, Odamızın yaptığı itirazlar dikkate alınmamış, ciddi bir hata yapılmıştır. Bu hatadan bir an önce dönülmesi hem ülkemizin hem de gelecek kuşakların yararına olacaktır.

Çözüm nedir;

Madencilik, tarih boyunca uygarlıkları şekillendiren temel sektörlerden biri olmuştur. Özellikle, insanlığın gelişim sürecinin son iki yüz yılındaki baş döndürücü ilerlemede kömür ve demirin önemini yadsımak mümkün değildir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda da, bor, endüstriyel hammaddeler, metal madenler, trona, toryum gibi yeraltı kaynaklarının insan yaşamının sürdürülebilmesi bakımından belirleyici olmaları muhtemeldir. Bu bakımdan, madencilik sektörü, dün olduğu gibi bugün de, uluslar için vazgeçilmez konumunu sürdürmek durumundadır.

Kendi kaynaklarını yok sayan, kaynaklarını kullanmayan bir ülkenin kalkınması mümkün değildir. Madenler, kalkınmanın temel unsurlarından en önemlisidir. Ülkelerin kalkınmaları ve yaşam seviyelerinin belirleyicisi olarak kabul edilen sanayi, enerji ve tarım sektörlerinin temellerini de madencilik oluşturmaktadır. Bilindiği üzere, madenler, milyonlarca yılda oluşan, tüketildiğinde yenilenemeyen kaynaklardır. Bu nedenle mutlaka etkin bir planlama yapılarak üretilmelidir. Üretim yapılırken, ülkenin ihtiyaçları göz önüne alınmalı, çevreye duyarlı bir şekilde ve kamu yararı öncelikli olarak değerlendirilmelidir. Madencilik faaliyetlerinin kaynak kaybına yol açmadan, çevreyle uyumlu, akılcı ve ekonomik kurallara göre ve iş güvenliği- işçi sağlığı esasları çerçevesinde yürütülmesi, bilimsel ve teknik bilginin kullanımı ile mümkündür.

Bu amaçlarla, uluslararası tekeller tarafından madenlerimizin talan edilmesine ve sömürülmesine engel olacak bir Maden Kanunu hazırlanmalıdır. İkinci önemli adım, ülkemizde üretilen hammaddenin kendi sanayimizde kullanılmasına olanak sağlayacak yasal bir düzenleme yapılmasıdır. Bu düzenlemede madenlerimizin ülkemiz içinde kullanılması teşvik edilmeli, yabancı firmaların ülkemizi bir hammadde deposu olarak görmeleri engellenmelidir. Devlet, maden aramacılığını teşvik etmeli, daha derinlerde maden aranmasına destek olmalıdır. Devlet, sektöre gerekli önemi vererek destek olmalı ve teşvik etmelidir.

Okunma Sayısı: 802
Yayın Tarihi: 26.03.2012