TÜRKİYE 18.KÖMÜR KONGRESİ AÇILIŞ KONUŞMASI
Herkesi Odam ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. Maden kazalarında yaşamını yitiren maden mühendislerini ve tüm maden emekçilerini saygıyla anıyor, yakınlarına sabırlar diliyorum. 18. Kömür Kongremizi, ülkemiz ve halkımız için içeride ve dışarıda zor günlerden geçildiği bir süreçte gerçekleştiriyoruz. Özgürlüklerin, en temel hakların bile ayaklar altına alındığı günümüzde işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, cari açık, borçlanma vb. gibi hayati sorunlarımız çözüm beklerken suni gündemler oluşturularak zaman kaybedilmektedir. Bu sorunların içinde, enerji ve sanayileşme politikalarında yapılan yanlışlıkların ve uygulamaların da önemli yeri bulunmaktadır. Enerji, çok uzun yıllardır insanoğlunun yaşamını devam ettirmesinde en önemli temel kaynaklar arasındaki yerini korumaktadır. Özellikle 18‘inci yüzyılın ikinci yarısında Sanayi Devrimiyle başlayan üretim sürecinde yaşanan hızlı makineleşme beraberinde enerji ihtiyacını da ortaya çıkarmıştır. Enerjiye duyulan bu ihtiyaç, teknolojik gelişmeyle birlikte zamanla onun emek-sermaye-hammadde biçiminde sıralanan klasik üretim faktörleri arasındaki yerini almasına neden olmuştur. Sanayinin temel girdilerinden olan enerji, ulusların kalkınmasında ve refaha ulaşmasında büyük önem taşımaktadır. Sanayileşme ve kalkınma yarışında öne geçme çabasında olan uluslar, bu yarışta kendileri için en avantajlı hammadde ve enerjinin arayışı içinde olmak durumundadır. Bu çerçevede, enerji kaynaklarına sahip olan ülkeler yarışa bir adım önde başlamaktadır.
Ülkemiz, bugün itibarıyla 12 milyar ton linyit ve yaklaşık 1.2 milyar ton taşkömürü rezervine sahiptir. Linyit rezervlerimizin çok büyük kısmı elektrik enerjisi eldesinde kullanılabilecek durumdadır. Bu alanda, planlama yapılarak sanayinin ana girdisi olan elektrik enerjisinin ucuz, güvenilir ve sürekli üretimi sağlanabilecekken, yanlış politikalar ve uygulamalarla ülkemiz enerji arz güvenliği açısından sorun yaşamaktadır. Gelinen noktada, ülkemizin enerji bağımsızlığı konusundaki karnesi hiç de iç açıcı değildir. 2010 yılı itibariyle ithal kaynak bağımlılığı birincil enerji tüketiminde % 72, elektrik üretiminde ise % 55 düzeyindedir. Bu istatistiklerle ülkemiz, Dünya‘da ithal enerji bağımlılığı en yüksek ilk 10 ülke arasına girmekte olup, enerji arz güvenliği bakımından son derece kritik bir noktada bulunmaktadır.
Taşkömürü ise hem demir-çelik endüstrisinin girdisi olarak, hem de enerji hammaddesi olarak stratejik maden olma özelliğini 20. yüzyılın ilk dönemlerine kadar sürdürmüştür. 20. yüzyılda petrol üretimi ve kullanımının yaygınlaşması, nükleer enerji - doğal gaz vb. alternatif enerji kaynaklarının ortaya çıkması kömürün kullanımı ve önemini bir ölçüde azaltmıştır. Ancak, alternatif kaynaklara ve küresel ısınma tehdidine rağmen günümüzde dünya elektrik üretiminin % 41‘i kömüre dayalı termik santrallerde yapılmaktadır.
Teknolojik gelişmeler sayesinde, birim çelik üretimi için kullanılan kömür miktarı geçmişe göre bir miktar azalmış olmasına karşın dünya çelik üretiminin % 70‘i kömür ve kok kullanılarak yapılmakta olup bu sektör için taşkömürü halen vazgeçilmez temel bir girdi olarak durmaktadır. Zonguldak merkezli 2.000 kilometrelik bir daire çizildiğinde, bu bölge içinde Karbonifer yaşlı önemli bir taşkömürü yatağı bulunmamaktadır. Sadece bu durum bile taşkömürünü "stratejik" kılmaktadır.
Taşkömürünün enerjisinin oldukça yüksek olduğu bilinmekle birlikte bu değerli kaynağın aslında bir "kimyasal konsantresi" olduğu da unutulmamalıdır. Ülkemizde "Nafta yani damıtılmış petrol" bir zamanlar doğrudan yakıt olarak kullanılırken günümüzde, tüm organik kimya sanayinin ana hammaddesi niteliği taşımaktadır. Aynı durum, yakın gelecekte taşkömürü için de geçerli olabilecektir. Bu nedenle taşkömürüne, sadece yüksek enerji içeren bir madde olarak değil, zerresi dahi ziyan edilmemesi gereken bir değer olarak bakılması gerekmektedir. Dolayısıyla, taşkömüründen ileri kimyasalların da üretileceği tesislerin kurulması oldukça önemlidir ve bu çalışmalarda üniversitelerimize büyük görevler düşmektedir.
Türkiye‘nin "yumuşak karnı" olarak nitelendirilen cari açığın, milli gelire oranı yüzde 10‘a yaklaşmış olup, bu durum uzmanlarca tehlikeli olarak değerlendirilmektedir. Yapılan maden ithalatı da cari açığı tetiklemektedir. 2011 yılı sonu itibarıyla; bakıra 4 milyar dolar, kömüre 3.5 milyar dolar, demir cevherine 1 milyar dolar, hurda demire 9 milyar dolar, alüminyuma 1.8 milyar dolar, çinkoya 0.7 milyar dolar, gübre hammaddesine 1.5 milyar dolar ödenmesi bu politikanın uygulanamaz olduğunun bir göstergesidir. Bin bir güçlükle ürettiğimiz madenlerimizi hammadde olarak yurtdışına satmanın hiçbir ekonomik ve politik gerekçesi bulunmamaktadır. Yapılması gereken; doğal kaynaklarımızı planlı şekilde, çevreye duyarlı, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini alarak verimli bir şekilde üretmek ve ülkemiz sanayisine hammadde olarak sunmaktır.
Devletin ve hükümetlerin görevi maden üretimini teşvik etmek ve bu doğrultuda çalışmalar yapmaktır. Hükümet, 2012 yılı Nisan ayında hazırladığı teşvik paketinde hangi sektörlere ne şekilde teşvik verileceğini açıklamıştır. Ancak bu pakette sıvı çelik üretimi ve taşkömürü sektörü kapsam dışı tutulmuştur. Çünkü Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) ile imzalanan anlaşma gereği bu sektörlere teşvik verilmesi yasaklanmıştır. Ağır sanayinin dolayısıyla kalkınmanın temel alanları olan bu sektörlerin teşvik edilmemesi ciddi bir yanlış olup kabul edilemez bir durumdur. Bağımsız bir ülkenin hangi sektöre teşvik vereceğine karar verememesi, hangi alanlarda yatırım yapacağına karar verememesi, çalışanına ne kadar ücret vereceğine başkalarının karar vermesi oldukça manidardır. Bu uygulamanın, Zonguldak havzasının gelişmesi açısından oldukça olumsuz etkisi olduğu da bilinmelidir.
Ülkemiz madenciliğinde iş kazası istatistikleri, madencilik bakımından gelişmiş pek çok ülkeye kıyasla dramatik boyutlardadır. 1999-2008 arasındaki 10 yıllık dönemde ülkemizde meydana gelen iş kazalarında ölen her 100 kişiden 8‘i ve iş göremez hale gelen her 100 kişiden 20‘si madencilik endüstrisinde çalışmaktadır. Söz konusu dönemde, bu endüstride yaşamını kaybedenlerin sayısı 820 ve sürekli iş göremez hale gelenlerin sayısı ise 4 bin 62‘dir. Sadece kömür sektöründe bu sayılar, sırasıyla 499 ve 3 bin 695‘dir.
Özellikle son yıllarda, gerek maden üretimi gerekse işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında yasal, yönetsel ve teknolojik gelişmelerin tüm dünyada hız kazandığı, bu gelişmelere paralel olarak kazaların da pek çok ülkede azaldığı gözlenmektedir. Böyle bir dönemde, ülkemiz madencilik endüstrisinde ise iş güvenliği alanında hala ciddi noksanlıkların bulunması dikkat çekicidir. Ülkemiz madencilik sektöründeki kaza istatistikleri incelendiğinde; kaza sonucu ölüm ya da iş göremezlik sayılarının küçük ölçekli kurumsallaşmamış işletmelerde çok daha fazla olduğu görülmektedir.
Madencilik endüstrisinde "kurumsal kültür", diğer pek çok endüstriden farklı olarak son derece belirleyici bir unsur durumundadır. Ülke ekonomileri bakımından büyük önem taşıyan madencilik endüstrisini, diğer sektörlerden farklı kılan temel özellikler bulunmaktadır. Söz konusu özellikler, bu endüstride uzun birikim ve deneyime, güçlü yapılara sahip büyük ölçekli kuruluşların varlığını gerektirmektedir. Genel olarak madencilik endüstrisinin doğası; etkin, verimli ve güvenli madencilik faaliyetlerinin, kurumsal geçmişe sahip kuruluşlarca yapılmasını gerektirmektedir. Bu durum, özellikle madencilik endüstrisi bakımından gelişmiş ülkelerde kolaylıkla izlenebilmektedir. Kurumsal kültürün en fazla etkilediği alanlardan biri de işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkindir. Sektörde yaşanan kaza istatistikleri incelendiğinde köklü madencilik kuruluşlarında meydana gelen iş kazalarının endüstri ortalamalarının altında seyrettiği görülmektedir. Bununla beraber, küçük ölçekli kurumsallaşmamış işletmelerde ya da taşeron ve asıl işveren adına geçici iş yapan firmalarda ise ölüm ya da yaralanma ile sonuçlanan kazaların her yıl giderek arttığı görülmektedir. Dolayısıyla; küçük ölçekli üretim yapan, eski teknolojiyle çalışan işletmelerin iyileştirilmesine ya da kapatılmasına ve taşeron uygulamasından vazgeçilmesine yönelik politikaların iş kazalarının önlenmesinde etkili olacağı açıktır. Bu bakımdan; esnek ve kuralsız çalışmayı, işçiyi başka işverene kiralamayı, taşeronlaştırmayı yasal hale getiren, kaçak işçiliği özendiren düzenlemeler yerine, uluslararası sözleşme, standart ve normları dikkate alan ve endüstrinin tüm taraflarının katkı verdiği çağdaş bir "İş Mevzuatı" zaman kaybedilmeden geliştirilmeli, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında akılcı ve etkili stratejiler ortaya konulmalıdır.
Ülkemiz kömür endüstrisinde, kökenleri 1935 yılında kurulan Etibank‘a, hatta 19. yüzyılın başlarından beri Zonguldak‘ta sürdürülmekte olan kömür madenciliğine dayanan, dolayısıyla 150 yılı aşkın bir geçmişin birikim ve deneyimine sahip kurumsal yapılar mevcuttur. Bugüne kadar uygulanan hatalı yapılandırma modelleriyle büyük ölçüde zarar verilen söz konusu birikim ve deneyim, bu kuruluşların hala en güçlü yanı olarak gözükmektedir.
Daha gelişmiş bir kömür endüstrisinin, söz konusu kurumsal yapıların ortadan kaldırılmasıyla kurulabileceği tezi, son derece yanlış bir düşüncenin ürünüdür. Gerçekte; bir yandan etkin ve verimli çalışan diğer yandan sıfır kaza hedeflenen bir kömür endüstrisinin, mevcut olan bu birikim ve deneyim temelinde inşa edilmesi en akılcı yol olacaktır.
Bu düşüncelerle, Kongrenin başarılı geçeceği ve amacına ulaşacağı inancıyla, katkı koyan tüm kurum ve kuruluşlar ile kongremize katılan herkese teşekkür ederim.
Mehmet TORUN
Maden Mühendisleri Odası Başkanı