TÜRKİYE 17. KÖMÜR KONGRESİ AÇILIŞ KONUŞMASI
Oda Başkanımız Mehmet TORUN‘un Kongre Açılış Konuşması:
Değerli Konuklar
Herkesi Odam ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. 17. Kömür Kongremizi çok acı olaylar yaşadığımız bir ortamda gerçekleştiriyoruz. Maden kazalarında yaşamını yitiren maden mühendisleri ve maden işçilerini saygıyla anıyor, yakınlarına sabırlar diliyorum. Ayrıca İskenderun‘da yaşamını yitiren askerlerimizin ailelerine ve İsrail‘in yaptığı insanlık dışı saldırıda yaşamını yitirenlerin yakınlarına da başsağlığı diliyorum.
Madencilik, büyük ölçüde sabit sermaye yatırımı ve teknik bilgi gerektirmektedir. Riski yüksek bir sektör olup, gereği gibi yapılmadığında toplumsal maliyeti, toplumsal zararı yüksek olmaktadır. İstatistikler, sektörde iş kazalarının artarak sürdüğünü göstermektedir. Çalışma Bakanlığına bağlı Sosyal Güvenlik Kurumu‘nun istatistiklerine göre, Türkiye‘de 2004-2008 dönemini kapsayan 5 yıllık sürede kömür madenciliği sektöründe toplam 30 bin 224 iş kazası yaşandığı, işçiler arasında 2 bin 200 meslek hastalığı tespit edildiği belirtilmiş, bu dönemde iş kazaları neticesinde 218 işçinin yaşamını yitirdiği, 330 işçinin iş göremeyecek biçimde sakatlandığı, meslek hastalıkları neticesinde de 5 işçinin hayatını kaybettiği, bin 288 işçinin iş göremez hale geldiği ifade edilmiştir. Araştırmada, bu rakamların yalnızca sigortalı işçileri kapsadığı ve özel sektör madenlerinde kayıt dışı işçi çalıştırmanın yaygın bir uygulama olduğunun bilindiği vurgulanmıştır. Kömür madenciliği alanındaki iş kazaları, ülke genelindeki iş kazası oranından 10 ile 15 kat fazla gerçekleşmiştir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, Avrupa kıtasında yer alan ülkelerde iş kazasında yaşamını yitiren maden işçisi oranının yüz binde 20 olduğu, aynı dönemde Türkiye‘de iş kazasında yaşamını yitiren maden işçisi oranının yüz binde 92 olduğu belirtilmektedir. Yani Türkiye, Avrupa ölçeğinde birinci sıradadır. Türkiye‘de maden işçisi ölümleri oranı Avrupa ortalamasının yaklaşık 4,5 katıdır.
Bilimsel veriler iş kazalarının % 98‘inin önlenebileceğini göstermektedir. Madencilik sektörü iş kazası riskinin fazla olduğu bir sektör olmakla birlikte, iş kazaları kaçınılmaz ya da önlenemez değildir. Gerekli önlemler alındığı takdirde çok büyük oranda önlenemeyecek iş kazası yoktur. Durum böyleyken Sayın Başbakanın, "madencilikte böyle şeyler olur", "zaten madenciler işe girerken bu riski kabul ediyorlar", "bu bölgenin insanları bu tür kazalara alışık"! sözleri insana ve bilime verdiği önemin göstergesidir. Bu zihniyetlerin, maden kazalarının kaçınılmazlığı; hatta bunun gerekliliği üstüne "fetva" verip, olup biteni bir "takdiri ilahiye" bağlayıp, sorumluluğu işçilerin dikkatsizliğine ve kurallara uymamasına, mühendislerin yetersizliğine bağlamaları sadece abesle iştigaldir. Bu tür "kazaların" asıl nedeni, teknolojinin böyle geliştiği bir dünyada iş güvenliğine ilişkin önlemlerin, kârlılığı azaltacak boşa yapılmış masraf olarak görülmesidir. Taşeronlaştırma önemli bir yanıyla, işçi maliyetlerini azaltmak ve iş güvenliği önlemlerinden kaçınmak, bunun için ayrıca masraf etmekten kurtulmak için yapılmaktadır. Bütün sektörler için genel olarak taşeronlaştırma, esnek üretim, sendikasız ve güvencesiz çalıştırma son yıllarda sermayenin adeta ortak ilkesi olmuş durumdadır. Hükümetin felsefesi de aynı olunca taşeronlaştırma ve özelleştirme yasaları çıkarılmış ve uygulanmış, özelleştirme ve taşeronlaştırma dikkatle planlanmış, alt yapısı, yasal statüsü titizlikle hazırlanmıştır. Madenler başta olmak üzere pek çok sektörde özelleştirme tüm hızıyla yürürlüğe konulurken, hem özelleştirilen sektörlerde, hem de zaten özel sektörün egemen olduğu üretim alanlarında taşeronlaştırma hız kazanmıştır. Bu durum özellikle maden ve gemi sanayiinde "iş kazalarını" sıradan yaşanan olaylar haline dönüştürmüştür.
Ülkemizde, yüksek risk taşıyan, kuralsız ve denetimsiz çalışan, mühendislik bilim ve tekniğinden uzak, teknik elemanın gözetim ve denetimi olmaksızın, tamamen ilkel koşullarda çalışan pek çok maden firması, ya taşeron ya da rodövans ilişkileri içinde üretim yapmaktadır. Bu tür işletmeler açısından işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamaları tamamen maliyet kalemi olarak görülmekte ve maksimum kârı elde etmek için en hızlı, en acımasız üretim süreçlerini yaşama geçirme konusunda hiç tereddüt etmemektedirler. TTK uzun zamandır özelleştirme politikasının kıskacı altında üretimi sürdürmeye çalışmış, fakat büyüklüğü nedeniyle tamamı elden çıkarılamamıştır. Bu gerçekleşmeyince de parça parça özelleştirilmeye başlanmıştır.
Geçmişin bütünsel üretim süreci ve koordinasyonu bu parçalanmayla birlikte ortadan kalkmış, hazırlık, nakliye, kömür zenginleştirme gibi sistemler parça parça taşeronlaştırılmış bütünsellik ve koordinasyon kopmuş, dolayısıyla işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri de ortadan kaldırılmıştır. Taşeronlaşmayla birlikte, sendikal örgütlenmenin kapsamı daraltılmış, sendikal denetimlerin alanı da böylece sınırlandırılmıştır. Önümüzdeki dönemde TTK, uygulanan politikalar gözden geçirilmez ise, parçalanmış, alt işverenlerin cirit attığı, düşük ücret, uzun çalışma saatleri ve örgütsüzlüğün yaygın hale geldiği güvencesiz koşullarla malul hale gelecek, çalışanlar için mükellefiyet dönemi uygulamaları geri gelecektir.
Çalışma Bakanının basına yansıyan "Güzel öldüler. O konuda ben acı çekmediklerini ve fizik olarak da güzel öldüklerini buradan rahatlıkla söyleyebilirim" sözleri kabul edilemez. Devlet adamlarının görevi, ülke insanlarının nasıl öldüklerini yorumlamak değil, vatandaşını güzel yaşatmak olmalıdır. Yerin metrelerce altında hayatının baharında, kimi nişanlı, kimi evli gencecik 30 insanımızın yanarak, zehirlenerek feci şekilde ölmesine "güzel öldüler" denilmesi çok yadırganacak bir durum olup, hele bunu bir bakanın söylemesi de çok daha hazin olmuştur.
Çalışma Bakanı Sayın DİNÇER olayla ilgili olarak, "Sadece bakanlığımız sorumlu olamaz. Meslek odaları ne iş yapıyor. İş güvenliği uzmanlarını yeterince yetiştiremiyoruz, Ben bakan olduktan sonra iş güvenli uzmanı yetiştirmek için yönetmelik çıkardım. Üniversitelerde iş güvenliğiyle ilgili eğitim verilmesi için. Bize Türk Tabipler Birliği karşı çıktı. Mahkemeye verdiler, karşımıza yargı çıktı, ‘yapamazsınız‘ dediler. Gerekçe ise statükoyu korumakla alakalı. Aslında bu tavır ideolojiktir" diyerek farklı bir tartışma konusu başlatmıştır.
Bu konudaki gerçeği sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakanlıkça çıkarılan yönetmeliğe; iş kazalarının sıkça yaşandığı 50‘ den az işçi çalıştıran işyerlerini kapsamadığı, iş güvenliği eğitimini ve denetimini özelleştirdiği ve piyasalaştırdığı, bakanlık çalışanlarına haksız menfaat temin ettiği, sonuç olarak iş kazalarını önleyecek bir içerikte olmadığı gerekçesiyle Oda olarak açtığımız davada Danıştay yönetmeliğin bazı maddelerini iptal etmiştir. Üniversitelerin iş güvenliği uzmanı eğitimi vermesine hiçbir Oda itiraz etmemiş ve Danıştay bu konuda bir karar üretmemiştir. Bu konuda, Bakanın yanlış ve eksik bilgilendirildiğini düşünüyorum. Çalışma Bakanlığı, işçi sağlığı ve iş güvenliği bu konularında tam yetkili ve bir o kadar sorumludur. Bu konularda yetkisi olmayan Odamıza sorumluluk yüklemek adil ve doğru bir düşünce değildir.
Yaşanan kazada henüz iki işçimizin cenazesini yeraltından çıkaramadık. Bu olayın nedenleri genel olarak bilinmekle birlikte, kaza ile ilgili detaylar bilirkişi incelemeleri ve raporuyla aydınlanacaktır. Ama şu gerçek bilinmelidir: Bu kazada devlet ve kurum sınıfta kalmıştır. Kaza öncesi ve sonrası yapılan çalışmalar bunu göstermektedir. Bundan sonra yapılacak incelemelerde; olayın gerçek nedenlerinin karartılmasını, olayın sorumluluğunun sadece ölen mühendislere ya da işçilere yüklenmesi durumunu dikkatle irdeleyeceğimizi ve konunun takipçisi olacağımızı sizlerle paylaşmak isterim.
Değerli Katılımcılar,
Özelleştirmeler, enerji sektöründe tüm hızıyla sürdürülmektedir. Hükümet aldığı bir kararla; hidroelektrik santrallarını, doğalgaz santrallarını, kömüre dayalı termik santralları ve bunlara bağlı kömür sahalarını satmayı planlamış ve bu doğrultuda satış takvimini yapmıştır. Oda olarak, enerji arz güvenliğinin ülkemizin genel güvenliğini direkt olarak ilgilendirdiğini, bu uygulamaların doğru olmadığını ve vazgeçilmesi gerektiğini her platformda dile getirmekteyiz. Bu güne kadar yapılan uygulamalarda madencilik, bankacılık, petro-kimya tesisleri, demir-çelik sanayi, limanlar, iletişim sektörü, eğitim ve sağlık sektörü büyük oranda özelleştirilmiş ve yine bunların çok büyük bir bölümü yabancı sermayenin eline geçmiştir. Ülkemizin geleceğini ipotek altına alan bu yanlış uygulamalardan artık vazgeçilmelidir.
Bu düşüncelerle Kongrenin başarılı geçeceği ve amacına ulaşacağı inancıyla, katkı koyan herkese teşekkür ederim.
Mehmet TORUN
Maden Mühendisleri Odası Başkanı